pdf formatında Tanzimat Edebiyatı ile ilgili testler
https://hotfile.com/dl/186807200/238679a/tanzimat_edebiyat_testler.rar.html
31 Aralık 2012 Pazartesi
Türk Dil Kurumu Sözlük
Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük
https://hotfile.com/dl/186806365/945bb42/TDK.Byk.Trke.Szlk.v1.0.pdf.html
https://hotfile.com/dl/186806365/945bb42/TDK.Byk.Trke.Szlk.v1.0.pdf.html
Serveti Fünun Edebiyatı Şiir
Aşağıdaki link'ten içeriği indirebilirsiniz.
https://hotfile.com/dl/186805290/7528459/serveti_fnun_dnemi_iir.docx.html
https://hotfile.com/dl/186805290/7528459/serveti_fnun_dnemi_iir.docx.html
Serveti Fünun Edebiyatı Genel Bilgiler
Aşağıdaki link'ten içeriği indirebilirsiniz.
https://hotfile.com/dl/186805061/8e3b601/serveti_fnun_edebiyat.docx.html
https://hotfile.com/dl/186805061/8e3b601/serveti_fnun_edebiyat.docx.html
Tanzimat Edebiyatı Etkinlikler-Örnek Sınav Soruları
Aşağıdaki link'ten içeriği indirebilirsiniz.
https://hotfile.com/dl/186804797/673a599/tanzimat_edebiyat_etkinlikler.docx.html
https://hotfile.com/dl/186804797/673a599/tanzimat_edebiyat_etkinlikler.docx.html
31 Ekim 2012 Çarşamba
Nurullah Ataç
Nurullah Ataç (doğum; Nurullah Ata, 23 Ağustos 1898 - ö. 17 Mayıs 1957). Türk eleştirmen, denemeci, yazar. Cumhuriyet döneminde eleştiri ve deneme alanı dışında hemen hemen eser vermeyen sayılı yazarlardan biridir.Nurullah Ataç, 23 Ağustos 1898'de Hammer'in Osmanlı Tarihi isimli kitabı Türkçe'ye çeviren Mehmet Ata Bey'in oğlu olarak İstanbul'da doğdu. Nurullah ataç'ın babası Mehmet Ata başarılı bir öğretmen idi.İlkokuldan sonra Galatasaray Lisesi'nde 4 yıl okudu. Daha sonra eğitimine İsviçre'de devam etti.Babasının ölümünün ardından 1919'da İstanbul'a döndü.1922 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne devam etti fakat tamamlayamadı.
Fransızca öğretmenliği ve mütercimlik yaptı. 1945'den sonra Cumhurbaşkanlığı çevirmeni olarak görev yaptı.
1926 yılında Leman Ataç ile evlendi.Bu evlilikten , daha sonra babasının hayatından kesitleri anlattığı kitabı "Babam Nurullah Ataç"'ın yazarı Meral Ataç Tolluoğlu 1926'da doğar.
TDK yayın kolu başkanı oldu. İlk şiirleri Dergah'ta yayımlandı. Fransız, Latin ve Rus klasiklerinden çeviriler yaptı. Gazete ve dergilerde eleştiri ve deneme türünde yazılar yazdı. Eleştiri yazılarıyla Türk edebiyatında izlenimci eleştirinin ilk örneklerini verdi. Akşam'da tiyatro eleştirmenliği, Hakimiyeti Milliye, Ulus, Milliyet, Tan, Posta, Cumhuriyet, Son Havadis, Dünya gazetelerinde eleştiri yazıları çıktı. Denemeleri Türk Dili, Varlık, Yedigün, Ülkü, Seçilmiş Hikayeler dergilerindedir.
Ataç yazı hayatına tiyatro eleştirisi ile başlamıştır. İlk yazısı 1921’de Dergâh’ta yayımlanan “Türk Tiyatrosunda İlk Göz Ağrısı” adlı tiyatro eleştirisidir. Ataç, tiyatro eleştirisi ile ilgili yazılarını Dergâh ve Akşam dışında Hâkimiyet-i Milliye, Milliyet, Son Posta, Haber-Akşam Postası, Ulus, Son Havadis gazetelerinde ve Hayat, Darülbedayi (Türk Tiyatrosu), Yeni Adam, Ülkü dergilerinde yayımlamıştır. Bu gazete ve dergilerde 1921-1957 yılları arasında tiyatro hakkında yaklaşık 125 yazısı bulunmaktadır ve bu yazıları kitaplarına girmemiştir.Ataç, tiyatro eserleri için yazdığı eleştirilerle Türk tiyatrosu için bir yol gösterici olmuştur. Batılı tiyatroyu yakından tanıyan Ataç, Türk tiyatrosunun ve seyircisinin Batı’nın seçkin oyunlarını oynayacak ve izleyecek seviyeye gelmesi için çok çaba harcamıştır. Ataç tiyatro hakkında yazmış olduğu tenkitlerle sadece tiyatro sanatı ile ilgili teorik görüşlerini ve Türk tiyatrosunun tarihî gelişimini gözler önüne sermekle kalmamış, aynı zamanda bu sanatın ülkemizde gelişimine de katkıda bulunmuştur.
Eserleri
Bütün kitapları Can Yayınları'ndan çıkmıştır. Varlık Yayınları'ndaki ilk baskılar:
Fransızca öğretmenliği ve mütercimlik yaptı. 1945'den sonra Cumhurbaşkanlığı çevirmeni olarak görev yaptı.
1926 yılında Leman Ataç ile evlendi.Bu evlilikten , daha sonra babasının hayatından kesitleri anlattığı kitabı "Babam Nurullah Ataç"'ın yazarı Meral Ataç Tolluoğlu 1926'da doğar.
TDK yayın kolu başkanı oldu. İlk şiirleri Dergah'ta yayımlandı. Fransız, Latin ve Rus klasiklerinden çeviriler yaptı. Gazete ve dergilerde eleştiri ve deneme türünde yazılar yazdı. Eleştiri yazılarıyla Türk edebiyatında izlenimci eleştirinin ilk örneklerini verdi. Akşam'da tiyatro eleştirmenliği, Hakimiyeti Milliye, Ulus, Milliyet, Tan, Posta, Cumhuriyet, Son Havadis, Dünya gazetelerinde eleştiri yazıları çıktı. Denemeleri Türk Dili, Varlık, Yedigün, Ülkü, Seçilmiş Hikayeler dergilerindedir.
Ataç yazı hayatına tiyatro eleştirisi ile başlamıştır. İlk yazısı 1921’de Dergâh’ta yayımlanan “Türk Tiyatrosunda İlk Göz Ağrısı” adlı tiyatro eleştirisidir. Ataç, tiyatro eleştirisi ile ilgili yazılarını Dergâh ve Akşam dışında Hâkimiyet-i Milliye, Milliyet, Son Posta, Haber-Akşam Postası, Ulus, Son Havadis gazetelerinde ve Hayat, Darülbedayi (Türk Tiyatrosu), Yeni Adam, Ülkü dergilerinde yayımlamıştır. Bu gazete ve dergilerde 1921-1957 yılları arasında tiyatro hakkında yaklaşık 125 yazısı bulunmaktadır ve bu yazıları kitaplarına girmemiştir.Ataç, tiyatro eserleri için yazdığı eleştirilerle Türk tiyatrosu için bir yol gösterici olmuştur. Batılı tiyatroyu yakından tanıyan Ataç, Türk tiyatrosunun ve seyircisinin Batı’nın seçkin oyunlarını oynayacak ve izleyecek seviyeye gelmesi için çok çaba harcamıştır. Ataç tiyatro hakkında yazmış olduğu tenkitlerle sadece tiyatro sanatı ile ilgili teorik görüşlerini ve Türk tiyatrosunun tarihî gelişimini gözler önüne sermekle kalmamış, aynı zamanda bu sanatın ülkemizde gelişimine de katkıda bulunmuştur.
Eserleri
Bütün kitapları Can Yayınları'ndan çıkmıştır. Varlık Yayınları'ndaki ilk baskılar:
- Karalama Defteri-Sözden Söze (1952)
- Ararken-Diyelim (1954)
- Söz Arasında (1957)
- Okuruma Mektuplar (1958)
- Günce (1960)
- Prospero ile Caliban (1961)
- Söyleşiler (1962)
- Günce 1-2 (1972)
- Dergilerde (1980)
- Söz Sende (1956)
Ahmet Oktay
21 Ocak 1933’te Ankara’da doğdu. Öğrenimini lisede yarım bırakarak çalışmaya başladı. Ankara'da İstatistik Genel Müdürlüğü'nde (bugünkü DİE) görev yaptı. 1961'de Yeni İstanbul gazetesinin Ankara bürosunda "parlamento muhabiri" olarak profesyonel gazeteciliğe başladı. Ankara Ekspres, İktisat ve Piyasa, Vatan gibi gazetelerde muhabir olarak çalıştı. 1975’te İstanbul Radyosu'na geçti. Siyasal iktidar değişince TRT’den istifa ederek önce Akajans, ardından da Dünya gazetesi haber müdürlüğü görevlerini yürüttü. 1978’de yeniden TRT’ye döndü. 1982’de emekliye ayrıldı. Daha sonra Milliyet gazetesine geçti. 1993'te yazıişleri müdürlerinden biri olduğu Milliyet’ten de ayrıldı. Yazmaya ortaokul sıralarında başladı. İlk şiirleri, 1949-1950 arasında "Gerçek" dergisinde yayınlandı. İlk yazısı 1950'de "Güney" dergisinde çıktı. "Dişi Kurt" adlı oyunu 1974'te Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahnelendi. 1950'lerde yazdığı şiirlerde Ahmed Arif'ten etkilendiği gözlenirken, 1960'lardan sonra toplumsal gerçekçi bir yaklaşımla İkinci Yeni'ye yöneldi. Zengin sözcük dağarcığını destansı bir söyleyişle ustaca değerlendirdi. Şiirinin olgunluk döneminde biçim gösterilerine kaçmadan yalın bir teknikle yazdı.
ESERLERİ
ŞİİR:
Gölgeleri Kullanmak (1963)
Her Yüz Bir Öykü Yazar (1964)
Dr. Kaligari’nin Dönüşü (1966)
Sürgün (1979)
Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi (1981)
Kara Bir Zamana Alınlık (1983)
Yol Üstündeki Semender (1987)
Ağıtlar ve Övgüler (1991)
Bir Sanrı İçin Gece Müziği (1993)
Toplu Şiirler (1995)
Gözüm Seğirdi Vakitten (1996)
Söz Acıda Sınandı (1996)
Az Kaldı Kışa (1996)
Hayalete Övgü (2001)
GÜNLÜK:
Gece Defteri (1998)
OYUN:
Kurt Dişi (1971-1973’te Devlet Tiyatroları’nda sahnelendi)
ESERLERİ
ŞİİR:
Gölgeleri Kullanmak (1963)
Her Yüz Bir Öykü Yazar (1964)
Dr. Kaligari’nin Dönüşü (1966)
Sürgün (1979)
Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi (1981)
Kara Bir Zamana Alınlık (1983)
Yol Üstündeki Semender (1987)
Ağıtlar ve Övgüler (1991)
Bir Sanrı İçin Gece Müziği (1993)
Toplu Şiirler (1995)
Gözüm Seğirdi Vakitten (1996)
Söz Acıda Sınandı (1996)
Az Kaldı Kışa (1996)
Hayalete Övgü (2001)
GÜNLÜK:
Gece Defteri (1998)
OYUN:
Kurt Dişi (1971-1973’te Devlet Tiyatroları’nda sahnelendi)
İlhan Berk
HAYATI (18 Kasım 1918 - 28 Ağustos 2008) |
Doğumu: 18 Kasım 1918
Ölümü: 28 Ağustos 2008 Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu'ndan mezun oldu. Espiye'de iki yıl ilkokul öğretmenliğinden sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'ne girdi. Enstitünün Fransızca bölümünden mezun (1944) olan Berk, 1945-1955 yılları arasında Zonguldak, Samsun ve Kırşehir'de ortaokul ve liselerde Fransızca öğretmenliği yaptı. 1956 yılından itibaren on üç yıl boyunca Ankara'da T.C. Ziraat Bankası'nın Yayın Bürosu'nda çevirmenlik yaptı. Bu süre içinde modern dünya şiirinin iki büyük şairi sayılan Arthur Rimbaud ve Ezra Pound'un şiirlerini çevirerek kitaplaştırdı. Bu tarihten sonra kendini tümüyle yazmaya verdi ve bir anlatı kitabı dışında, yalnız şiir ve şiire ilişkin yazılar yazdı. Kül adlı kitabıyla 1979 yılında Türk Dil Kurumu ve İstanbul kitabı ile de 1980 yılında Behçet Necatigil Şiir Ödüllerini kazandı. 1983'de Deniz Eskisi adlı kitabıyla, Yedi Tepe şiir Armağını'nın 1988'de de Güzel Irmak adlı kitabıyla Sedat Simavi Edebiyat Ödülü'nü (F. Edgü ile) aldı. 28 Ağustos 2008 tarihinde Bodrum'da 90 yaşında vefat etti. Yazım Hayatı; İlhan Berk, ilk şiirlerini Manisa Halkevi'nin dergisi Uyanış'ta yayımlamıştır (1935) . Berk, 19 yaşındayken Güneşi Yakanların Selâmı adıyla kitaplaştırdığı bu şiirlerinde 'hece vezni' kullanmakta ve o dönemin şiir anlayışına özgü bir karamsarlık taşımaktadır. 'Sonsuzluk', 'kızıl', 'hulya', 'ateş' en sevdiği sözcükler olarak görünmektedir. Sembolist şiirden esinlenilmiş izlenimi veren imgeler yapmayı sevmektedir: 'Bir karanlık gecenin masmavi seherinde / Kızıl başörtünle gül yüzlü bahçede görün'. Dil anlayışı da henüz döneminden kopamamıştır ki, bunu da 19 yaşındaki bir şair adayı için doğal karşılamak gerekmektedir: 'Kıpkızıl hulyalı bir renge yükselmeden gün / Bir devrin neşesini taşımakta yüzün'. Berk'in ilk kitabına adını veren şiirinin son kıtası da şöyledir: 'Neler, neler beklenmez nihayetsiz bir yerden / Güneşi içelim mor şafaklar gecesinden / Selâm! Sonsuzlukalra, hasret gönüllerden / Selâm, güneşe, göğü yakanlar bahçesinden! '. İlhan Berk, daha sonra 1940'lara doğru Yeni Edebiyat anlayışı içinde yer almış, Servet-i Fünun (Uyanış) , Ses, Yığın, Yeryüzü, Kaynak gibi dergilerde yazmıştır. Türk şiirinin en deneyci şairlerinden biri olan İlhan Berk, durmadan yatak değiştirerek, ama bazı sorunsallara hep bağlı kalarak şiirini günümüze kadar eskitmeden getirmeyi başarmıştır. Ödülleri; Kül, 1979 TDK Şiir Ödülü. İstanbul, 1980 Behçet Necatigil Şiir Ödülü. Deniz Eskisi, 1983 Yedi Tepe Şiir Armağanı Güzel Irmak, 1988 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü. |
ESERLERİ |
Şiir; Güneşi Yakanların Selamı (1978) Istanbul (1978 Günaydın Yeryüzü (1952) Türkiye Şarkısı (1953) Köroğlu (1955) Galile Denizi (1958) Çivi Yazısı (1960) Otağ (1961) Mısırkalyoniğne (1962) Âşıkane (1968) Taşbaskısı (1975) Şenlikname (1976) Atlas (1976) Kül (1978) İstanbul Kitabı (1980) Kitaplar Kitabı (1981) (Seçilmiş Şiirler) Deniz Eskisi (1982) (Şiirin Gizli Tarihi'ni de içerir.) Delta ve Çocuk (1984) Galata (1985) Güzel Irmak (1988) Pera (1990) Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum (1993) Avluya Düşen Gölge (1996) Şeyler Kitabı Ev (1997) Çok Yaşasın Sayılar (1999) |
22 Ekim 2012 Pazartesi
Tanzimat Fermanı
TANZİMAT FERMANI (3 KASIM 1839)
Nedenleri:
- Azınlık haklarını öne sürerek, iç işlerimize karışmak isteyen Avrupayı önleme düşüncesi
- Köklü ıslahatlar yaparak devleti güçlendirme isteği
- Mısır isyanına karşı Avrupa'nın desteğini sağlama isteği
Sultan Abdülmecit'in onayını alan Mustafa Reşit Paşa tarafından ilan edilmiştir. Padişah Tanzimat fermanıyla halkına şu sözleri vermiştir.
- Müslüman ve Hıristiyan tüm Osmanlı halkının can, namus ve mal güvenliğinin sağlanacağı.
- Vergilerin herkesin gelirine göre düzenli ve eşit alınacağını.
- Askerlik düzeninin belirli esaslara bağlanacağını.
- Mahkemelerin halka açık ve adil olacağını.
- Herkesin mal ve mülküne sahip olacağını ve miras hakkının korunacağını.
- Rüşvet ve adam kayırmanın kaldırılacağını bildirmiştir.
Özellikleri:
- II. Mahmut zamanında başlatılan yeniliklerin Mustafa Reşit Paşa tarafından geliştirilmiş halidir.
- Başlatılan reformları sürdürmek ve yaygınlaştırmak, halkın ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve sorunlarını çözmek amacıyla yayınlanmıştır.
- Avrupalı devletlerin baskısı yoktur. Tamamen padişahın iradesiyle yayınlanmıştır.
- İlk kez bir Osmanlı padişahı kanunları koruyacağına dair yemin etmekle her gücün üstünde yasa gücünü kabul etmiş, böylelikle padişahın yetkileri sınırlandırılmıştır.
- Tanzimat fermanı bu yönüyle İngilizlerin Magna Kartasma benzer.
Avrupa hukuk kurallarına göre işleyen ilk mahkemeler kurularak hukuk sisteminin ilk temelleri atılmıştır. - Osmanlı devletinde anayasacılığın ve demokrasinin başlangıcıdır.
- Askerlik ocaklık şeklinden çıkarılıp vatan görevi haline getirilmiştir.
- Meşrutiyet dönemini başlatacak aydınların yetişmesine neden olmuştur. (Yurt dışına)
- Mustafa Reşit Paşa ıslahat karşıtlarının meclise girebileceği endişesiyle tanzimat döneminin danışma meclisi olan "Meclisi Valayi Ahkamı Adliye" kurulmuştur. (II. Mahmut) Üyelerine dokunulmazlık verilmesine karşı çıkmıştır.
Tepkiler:
- Avrupalı devletlerin iç işlerimize karışmasını engellemek için yayınlanmış, ancak bu müdahaleler daha da artmıştır.
- Müslüman halk Hristiyanlarla eşit olmaya tepki göstermiştir.
- Azınlıklar getirilen yenilikleri az bulunca ayaklanmalar artmıştır.
- Kapitülasyonların varlığı ticari ve sanayi yönünden kalkınmaya fırsat vermediğinden Tanzimat kendinden beklenen sonuçları sağlayamamıştır. (1838 Balta Limanı Anlaşmasıyla devlet Avrupa'nın bir açık pazarı haline gelmiştir.)
- Dinsel esasların yanı sıra modern hukuk kurallarının uygulanması "hukuk birliğini" bozmuştur.
12 Ekim 2012 Cuma
Edebiyatımızdaki İlkler
*İlk yerli tiyatro eseri:Şinasi / Şair Evlenmesi /1859
*Batılı tekniğine uygun kusursuz ilk roman :Halit Ziya Uşaklıgil/Aşk-ı memnu
*İlk çeviri roman :Yusuf Kamil Paşa/ Fenelon’dan Telemak /1859
*İlk köy romanı :Nabizade Nazım / Karabibik
*İlk psikolojik roman:Mehmet Rauf / Eylül
*İlk realist roman :Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası
*İlk resmi Türkçe gazete :Takvim –i Vakayi
*İlk yarı resmi gazete :Ceride-i Havadis
*İlk özel gazete :Tercüman-ı Ahval / Şinasi ile Agah Efendi
*İlk pastoral şir:A.Hamit Tarhan /Sahra
*İlk şiir çevirisini yapan ,ilk makaleyi yazan ve noktalama işaretlerine ilk kez kullanan ilk Türk gazeteci :Şinasi
*Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri:A.Hamit/Nesteren
*İlk bibliyografya:Keşfü’z Zünun /Katip Çelebi
*İlk hatıra kitabı :Babürşah /Babürname
*İlk hamse yazarı :Ali Şir Nevai Ms
*İlk tezkire :Ali Şir Nevai /Mecalisün Nefais
*İlk antolojisi:Ziya paşa /Harabat
*İlk atasözleri kitabı :Şinasi /Durub-i Emsal-ı Osmaniye
*İlk mizah dergisi:Diyojen /Teodor Kasap
*İlk hikaye kitabı :A:Mithat /Letaif-i Rivayet
*İlk fıkra yazarı :Ahmet Rasim
* Türkçe yazılan ilk kitap :Kutadgu Bilig
*İlk siyasetname :Kutadgu Bilig
*İlk mensur şiir örneklerini veren :Halit Ziya
*Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan :Mehmet Emin Yurdakul
*Dünya edebiyatındaki ilk modern roman :Cervantes/Don Kişot
*İlk makale :Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi
*İlk edebi bildiriyi yayımlayan topluluk:Fecr-i Ati
*Mesnevi tarzında yazılmış ilk eser : KUTADGU BİLİG
*İlk seyahatname : MİR’ATÜL MEMALİK / SEYDİ ALİ REİS
*İlk Edebiyat tarihçimiz: Abdulhalim Memduh Efendi
*Batı anlayışındaki ilk edebiyat tarihçimiz: Fuat Köprülü
*Dünya edebiyatındaki ilk hikayeci ve eseri: Boccaio Decamkeron
*Sahnelenen ilk tiyatro: Namık Kemal / Vatan yahut Silistre
27 Ağustos 2012 Pazartesi
Yusuf Atılgan Hayatı
YUSUF ATILGAN’IN
HAYATI
Yusuf Atılgan
1921’de Manisa’da doğdu. Manisa Ortaokulu’nu (1936), Balıkesir Lisesi’ni (1939)
ve ikinci sınıftan sonra askeri öğrenci olarak devam ettiği İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi(1944);
A. Nihat Tarlan yönetiminde hazırladığı bitirme tezinin konusu “Tokatlı Kâni:
Sanat, Şahsiyet ve Psikoloji” idi. O dönemde Akşehir’de bulunan Maltepe Askeri
Lisesi’nde bir yıl edebiyat öğretmenliği yaptı(1945). 1946’da Manisa’nın
Hacırahmanlı köyüne yerleşti ve burada çiftçilikle uğraştı. 1976’da İstanbul’a
döndü; 1980’den sonra Milliyet (daha sonra Karacan) Yayınları’nda danışmanlık
ve çevirmenlik, kısa bir süre de Can Yayınları’nda redaktörlük yaptı. Üzerinde
çalıştığı Canistan adlı
romanını tamamlayamadan kalp krizi sonucu Moda’daki evinde öldü (9 Ekim 1989).
Aylak Adam ve Anayurt
Oteli adlı romanlarında psikolojik yabancılaşma ve yalnızlık
temasını başarıyla işleyen bir yazar olarak tanındı ve modern Türk edebiyatının
önde gelen ustaları arasında ter aldı. Anayurt Oteli
1987’de Ömer Kavur tarafından aynı adla sinemaya aktarıldı.
1955’te Tercüman gazetesinin öykü
yarışmasında
“Evdeki” öyküsüyle (Nevzat Çorum adıyla) birincilik, “Kümesin Ötesi” öyküsüyle
(Ziya Atılgan adıyla) dokuzunculuk kazandı. Aylak Adam
romanıyla
1957-58 Yunus Nadi Roman Armağanı’nda ikincilik ödülü aldı. Ölümünün ardından Yusuf
Atılgan’a Armağan (1992) adlı
bir kitap yayımlandı.
Kitapları:
Roman: Aylak
Adam (1959), Anayurt Oteli (1973), Canistan (2000).
Öykü: Bodur
minareden Öte (1960), Eylemci (Bütün Öyküleri; 1992). Çocuk Kitabı:
Ekmek
Elden Süt Memeden (1981). Çeviri: Toplumda Sanat (K. Baynes; 1980).
EDEBİ
KİŞİLİĞİ
Cumhuriyet
Dönemi edebiyatı yazarlarımızdan
olan Yusuf Atılgan romanlarının merkezine “bireyin yalnızlığı”
konusunu oturtmuştur. Özellikle Aylak Adam ve Anayurt Oteli romanlarında
“yalnızlık” bir sorun olmaktan çıkmış bir sorunsala dönüşmüştür. Yazar insan
ruhunun derinliklerine inmiş, insanın içindeki kötülük tohumlarını gözler önüne
sermekten çekinmemiştir. Onun romanları
özellikle karakter yaratmada oldukça başarılıdır.
Romanlarını
oluşturmadan önce belli bir hazırlık ve planlama dönemi yaşadığını tespit
ettiğimiz Atılgan, eserlerinin yapı bakımından nasıl oluştuğunu ve oluşacağını
hikayeleriyle göstermiş olur. Yazarın
Bodur Minareden Öte adlı hikaye kitabı kentten, kasabadan ve köyden olmak üzere
üç bölüme ayrılır. Bu bölümleme Atılgan’ın
romanlarında
da göze çarpar. Yazarın ilk romanı Aylak Adam bir kentlinin romanıdır. İkinci
romanı Anayurt Oteli’nde ise olaylar bir kasabada geçer. Son romanı olan
Canistan bir köy romanıdır. Bu üç kesimin insanları ve hayatı romanlarında
ustaca anlatılmıştır.
Bunun
yanında
Atılgan’ın üslupçu bir yazar olduğunu da söylememiz mümkündür. Her kelimenin ve
cümlenin üzerinde düşünüldüğü, bunların özenle seçildiği açıkça görülebilir.
“Yusuf
Atılgan’ın iyi romancı olduğu kadar da ‘üslupçu’
olduğu hemen bütün eleştirmenlerce benimsenmiş bir hükümdür. Romanının her
cümlesini ‘Yeniden yeniden yazdığı’ söylenmiştir. Bu titizliği yüzünden, bir
ömür boyu iki roman verebilmiştir. Aylak Adam üzerine konuşurken kendisi de
‘Bence roman, şiir gibi yazılır. Romanda deyişin çok büyük önemi var.’ Diyordu.
Böylece romanın ‘mesajından’ ziyade bir üslup meselesi olduğunu, o yıllarda
(1959) köy ve toplum ‘bildiri’cilerine karşı, cesaretle anlatıyordu.”
“Atılgan,
romanının her cümlesi üzerinde sabırla çalışmış, belli, her cümle güzel bir
şiirdeki sözcükler gibi, yerli yerine oturmuş. Bilinçli bir dil çabası var.
Üstelik üslubu var. Şunun için ‘üstelik’ diyorum: son zamanlarda temiz dil,
bütün romancılarımızın baş kaygısı; ama temiz bir dille yazmak, aydın takımının
ulaştığı ortalama dili sürdürmek başka, kişisel bir üslubu olmak başka.
Romancılarımızın çoğunun dilleri temiz, ama üslupları yok, dili kendilerine
özgü kullanışları, yoğuruşları yok. Atılgan’da bu var. Ortalama bir aydın
dilini sürdürmekle yetinmiyor; kendi üslubunu bulmuş.”
Atılgan’ın
Aylak Adam romanı klasik roman tekniğine yakın tarzda yazılmıştır. Fakat yazar
üslubu hareketlendirmek için kahramanlarına günlük, mektup yazdırır; bazen de
olayları birinci tekil kişi ağzından anlatır. Canistan romanı Aylak Adam’dan da
klasik bir tarzda yazılmıştır. Yazar bu romanında herhangi bir biçimsel arayışa
girmemiştir.
Anayurt
Oteli ise teknik açıdan da farklılık gösterir. Roman,
tekniğiyle de bir şeyler anlatmak ister. Yazar Aylak Adam’da iç çözümlemelere
giderken Anayurt Oteli’nde bu yolu bırakır ve karşıtlıklardan yararlanır.
“Yazar
psikolojik yöntemi bir yana bırakır ve onun yerine
birtakım karşıtlıklara dayanan bir yapıdan yararlanmaya çalışır. Bu yapıyı
açıklamak için, anlatının kurgu, karakter, zaman ve mekan gibi öğelerine
yayılmış ve metni bütünleyici bir rol oynayan iletişimsizlik/iletişim
karşıtlığı ile bu ana karşıtlıktan doğan birey/toplum, kapalı/açık,
susma/konuşma, içerisi/dışarısı karşıtlıklarına başvurmamız gerekecektir. Bir
de tekrar edilen motiflere.”
Yusuf
Atılgan
sanat anlayışını Aylak Adam romanında Açıkça belirtmiştir. Kelimelere
gösterdiği özeni, cümleler üzerinde uzun uzun düşündüğünü C.’nin ağzından
okuyucuya aktarır.
“İş
yapmayı düşünen Aylak Adam, kendisini avutacağını bilmekle beraber, herkesin,
her gün yaptığı biteviye, otomatça işlerden de nefret etmektedir. Ancak ‘yaratıcı
ve orijinal’ bir iş yapmaya karar verdiği zaman rahatlamaktadır. ‘Yaratıcı güç
iş’ derken ‘yazmayı
kastetmektedir. Yazı yazarken C.’nin bir sıtma halinde gibi sürekli çalışması,
yazma tarzı, üslup ve kelimeler üzerinde düşünceleri, ‘Cümle üzerinde saatlerce
durması, düşünceleri seçmek
sorumluluğu, kelimeleri yetersiz bulması’ tıpatıp Atılgan’ın fikirleridir.
Yazarlığa, tasarıları ve hevesleriyle de Atılgan ‘Aylak Adam’ın’ kendisidir.”
Yazar
romanlarında
okuyucuya büyük güven duyar. Romanda yöneltilen bir sorunun cevabı birkaç sayfa
sonra soru tekrar edilmeden verilir. Örneğin; 52. sayfada C. Güler’in
gözlerinin ne renk olduğunu merak eder. Yazar bunu okuyucuya aktardıktan sonra
62. sayfada bu sorunun cevabını verir. “koluna değdi,
durdurdu. Koyu maviydi.”
Romanlarındaki
ortak özelliklerden biri de ayrıntıları ve çağrışımları ustalıkla
kullanmasıdır. Anlık çağrışımlar önceleri önemsiz
gibi görünse de bunlar kahramanlarının ruhsal durumlarını
açıklaması bakımından oldukça önemlidir. Ruh tahlillerinde Freud’a inandığı göze
çarpmaktadır.
“Burada
ve romanın bütününde, Freud’a iman ölçüsünde
inanmış bir adamın ruh tahlilleri görülüyor. Her iki romanda C.’nin de
Zebercet’in de hemen bütün benlikleri ve çevreleri kadınla ‘cinsellik’le, çok
yerde lüzumundan fazla açık sözler ve sahnelerle doludur. Bazen öyle gelir ki,
Atılgan, iki kahramanını ve öbür figürleri, Freud’un (sonunda bir kısmı Adler
ve Yung tarafından çürütülmüş olan) nazariyeleri için bir uygulama alanı
yapmıştır. Her satırında Freud’un insan ruhunu erotik açıdan bir kehaneti
dile gelmektedir.”
Yusuf
Atılgan’ın
romanlarının alt yapısında J. P. Sartre’ın “Başkaları cehennemdir” sözü
oluşturmaktadır denilebilir. Bu özellikle ilk iki romanında belirgindir. Onun
bakış açısında “abes ve saçma” düşüncesi yer alır. Kahramanlar yaşamın kısır
döngüsünü anlamlandıramazlar. Varolan düzene ayak uyduramazlar. Bu yüzden önce
hayatı kendilerine göre anlamlandırma çabasına girerler. Başarısızlık onlar
için büyük bir hayal kırıklığı, hayal kırıklığı ise yenilgi demektir.
SONUÇ
Yusuf
Atılgan
Türk romanına yapısal, tematik, tip ve karakter bakımından değişiklik getirmiş
yazarlarımızdandır. Atılgan’ın romanlarına kadar iç dünyası, ruhsal bunalımları
ve çözümlemeleriyle ele alınan tipler, edebiyatımızda
çok
sık
rastlayamayacağımız tarzdadır. Atılgan
romana tutunamayan, aylak, düzene ayak uyduramayan, sorgulayan insan tipini
getirmiştir.
Bizde
bu değişiklik
20. y.y.’a rast gelirken Avrupa’da bir yüzyıl
öncesine yani 19. y.y.’da, 1839 yılında Lermontov’un yazdığı “Zamanımızın
Kahramanı” adlı romanla başlar. Bunu Griboyedov’un yazdığı “Akıldan Bela” ve
Gonçarov’un yazdığı “Oblomov” adlı romanlar takip eder.
“Çağımızın
Bir Kahramanında Lermontov, XIX. Yüzyıl Rus edebiyatının Puşkin’in Evgeny
Onegin’i ile ülküleştirilen ‘romantik’ tiplerine karşı yeni ve değişik bir
insan tipini koyar ortaya: Peçorin.”
Bu
konuyla ilgili Fethi Naci’nin fikirleri şöyledir:
“Yusuf
Atılgan’ın romanını okurken Lermontov’un romanını,
Zamanımızın Kahramanı’nı hatırladım. Lermontov, Aylak Adam’ın yayımlanmasından
yüz yirmi yıl önce, 1839 yılında, bitirdiği romanına, 1841 yılında yazdığı ön
sözde şöyle diyordu: ‘Zamanımızın Kahramanı, sayın efendilerim, hakikaten bir
portredir, fakat bir tek insanın değil; bu bütün neslimizin, tam gelişme
halinde bulunan, kusurlarından vücuda getirilmiş bir portredir.’ Atılgan’ın
romanını bitirince, Lermontov’un ön sözünün sonu geldi aklıma: ‘Hastalığın
meydana çıkarılmış olması da yeter... Tedavisine gelince, orasını Allah bilir!’
Zamanımızın Kahramanı’nı yeniden okudum. Peçorin’le Aylak adam’ın benzer
koşullar içinde yaşamaları, toplumun çözülüş yıllarının
aydın kişileri olmaları, Lermontov’un romanında
Atılgan’ın kişisini aydınlatan parçalar bulmama yol açtı; Peçorin’le Aylak Adam
arasında benzerlikler buldum. Bunu Atılgan’a karşı söylemiyorum; çünkü iki
romancının kişilerini ele alışları, söylemek istedikleri arasında önemli
ayrımlar var; bunları görmemek, Atılgan’ın Yunus Nadi Armağanı’nda ikinciliği
kazandığı günlerde Kim dergisinde roman için yazı yazan eleştirmenin Aylak Adam’la
H. de Montherlant’ın Genç Kızlar’ı arasında ilişki kurması kadar saçma olur.”
Yusuf
Atılgan’ın
romana getirdiği değişikliği Oğuz Atay’ın 1971 yılında yazdığı “Tutunamayanlar”
adlı romanında çok daha gelişmiş bir şekilde
görebiliriz. Oğuz Atay da Atılgan gibi bireyin sorunlarına eğilmiş ve burjuva
zihniyeti karşısında bireyin isyanını dile getirmiştir. Atay ve Atılgan’ın
romanlarında göze çarpan ortak özelliklerden biri de biçimle ilgili ortak
tutumlarıdır. Her iki yazarın da Tutunamayanlar ve Anayurt Oteli’nde biçimi
önde tutarken konuyu bir araç olarak kullandıkları görülür.
“Atay
ve Atılgan’ı birleştiren ve öncekilerden ayıran bir
özellik de biçimle ilgili tutumlarında bulunur. Edebiyatta iki karşıt eğilim
yüzyıllar boyu kendini göstermiştir. Bir yanda, okura herhengi bir konuda
(ahlaksal, siyasal, toplumsal vb.) söyleyecek bir sözü olduğu için yazan ve bu
sözü sunuş biçimini yalnızca bir araç olarak kullanma eğilimi gösteren yazarlar
vardır. Beri yanda ise sunuş biçimini asıl amaç sayarken konusunu bir araç
olarak kullanma eğilimi gösteren yazarlar buluruz. Genel olarak Türk romanında
birinci eğilim egemenken Tutunamayanlar’da ve Anayurt Oteli’nde öteki eğilimin
güçlendiğini görürüz. Başka bir deyişle, bu iki yazarı, dile getirdikleri
bireyin sorunları kadar, hatta ondan çok bu sorunları dile getirmek için
başvurdukları ya da icat ettikleri anlatım yöntemleri ilgilendiriyor.”
Tutunamayanlar
romanındaki
insanlar, düzene ayak uyduramamış, burjuvaların kurallarını, değer yargılarını,
beğenisini, yaşam biçimini reddeden, topluma yabancılaşmış, yalnız insanlardır.
Yusuf Atılgan’ın yarattığı tipler de böyledir. Kendilerini toplumun dışında
hisseden, düzene ayak uyduramayan, gittikçe yalnızlaşan insan tipi.
İnsan tipinden bahsetmişken Yusuf Atılgan’ın romanlarındaki
tipleri karşılaştırmak doğru olacaktır. Yazarın ilk romanında başkişi Aylak
Adam yani C.’dir. Yazar, kahramanın adını bile vermez. C. geçmişinden
kurtulamayan, paralı fakat aylaklığı seçmiş, kendini yalnız hisseden, hayatta
tutunulacak tek dalın gerçek sevgi olduğuna inanan, aydın ve kentli bir
insandır. Dış görünüş olarak da etkileyici ve yakışıklıdır.
Anayurt Oteli’nin kahramanı Zebercet ise taşralı, yoksul,
güçsüz, çelimsiz, çirkin yüzlü ve içine kapanıktır. Bu yönleriyle C. ve
Zebercet birbirine zıt iki karakterdir. Fakat her ikisinin ortak özelliği
yalnız olmaları, aradıkları hayatı ve aşkı bulamamaları, topluma
küskünlükleridir. C. istediği kadınla birlikte olabilen, cinselliği yaşayabilen
biridir. Buna rağmen geçmişinden kurtulamadığı için cinsel hayatında sorunlar
yaşar. Zebercet ise hayatında bir kez bile bir kadınla karşılıklı, sıcak bir
cinsel ilişki kuramamıştır.
“Aylak Adam’ın
başkişisi ile Anayurt Oteli’nin başkişisi, birbirlerine kesinlikle karşıt
olan tipler. Atılgan’ın
dünya görüşü açısından bakılırsa, bu bir rastlantı
değil. Anayurt Oteli’ndeki otel katibi Zebercet,
saçmaya varan bir monotonluğu simgeliyorsa, Aylak Adam bunun tam karşıtı olan
tipi simgeler. Atılgan, bu iki karşıt tipte insanın durumunun değişmediğini
vurgulamak, bu karşıtların birbirlerine dönüşebileceğini belirtmek, iki durumun
da bir olguyu, yabancılaşma olgusunu dışlaştırdığını göstermek istiyor.”
şeyleri yapmışlardır. Zamanın oradaki
akış hızına uymuşlardır. Belirli bir ritm içerisinde kurmuşlardır hayatlarını.”
Atılgan’ın romanlarında
olay örgüsüne bakacak olursak; ilk iki romanında
olayların arka planda kaldığını görürüz. Burada olayların yerini kahramanların
iç çekişmeleri, ruh tahlilleri almıştır. Yazar yarattığı tiplerin ruhsal
sorunlarına ve gittikçe toplumdan uzaklaşarak yalnız kalmalarına dikkat çekmek
istemiştir.
Yazarın
romanlarındaki temalar da daha önce yazılmış romanlara göre daha farklıdır
diyebiliriz. Bunların başında kahramanların düzene başkaldırıları, aşk,
cinsellik, yalnızlık, hayal kırıklığı gibi temalar yer alır. Tematik bakımdan
yazarımızı daha önceki bir çok yazardan ayıran ve özgünleştiren, onun bireyin
yalnızlığına yaptığı kuvvetli vurgudur.
Son
olarak romanların bitiminde kahramanların yaşadıkları
sona değinmek doğru olacaktır. Üç romanda da kahramanlar
mutlu sona ulaşamazlar. Yazar bunu
bilinçli olarak yapmıştır. Onun
kahramanları tam olarak yaşamın bilincine varamamışlardır.
Atılgan ise kahramanların yaşama biçiminin ve içinde yaşadığı toplumsal
koşulların bilincindedir. Yazar, kahramanlarının
ulaştığı sona bağlı olarak okuyucularının olumsuz etkilenişlerini
engellemek amacıyla, romanlarında
işlediği
temaların
dışında
hayatta tutunulacak başka dalların
olduğunu
göstermek yoluna gitmiştir.
KAYNAKÇA
AKTAŞ,
Şerif; Roman Sanatına Giriş,
ATILGAN,
Yusuf; Aylak Adam, Yapı Kredi Yay., 6. Baskı, İstanbul,
Ağustos 2001.
_______________;
Anayurt Oteli, Yapı Kredi Yay., 6. Baskı, İstanbul,
Haziran 2001.
_______________;
Canistan, Yapı Kredi Yay., 2. Baskı, İstanbul, Eylül 2001.
ÇELİK,
Behçet; Yusuf Atılgan’ın Bitmemiş Son Romanı Canistan, Virgül Dergisi, Aralık
2000.
KABAKLI,
Ahmet; Türk Edebiyatı 5. Cilt, Türk Edebiyatı Yay.,
İstanbul, 1997.
MORAN,
Berna; Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış 2, İletişim
Yay., 8. Baskı, İstanbul 2002.
NACİ,
Fethi; On Türk Romanı, Ok Yay., 1. Baskı, İstanbul, Ocak 1971.
YAVUZ,
Hilmi; Roman Kavramı Ve Türk Romanı, Bilgi Yayınevi,
Ankara, Mart 1977.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)