31 Aralık 2012 Pazartesi

31 Ekim 2012 Çarşamba

Nurullah Ataç

Nurullah Ataç (doğum; Nurullah Ata, 23 Ağustos 1898 - ö. 17 Mayıs 1957). Türk eleştirmen, denemeci, yazar. Cumhuriyet döneminde eleştiri ve deneme alanı dışında hemen hemen eser vermeyen sayılı yazarlardan biridir.Nurullah Ataç, 23 Ağustos 1898'de Hammer'in Osmanlı Tarihi isimli kitabı Türkçe'ye çeviren Mehmet Ata Bey'in oğlu olarak İstanbul'da doğdu. Nurullah ataç'ın babası Mehmet Ata başarılı bir öğretmen idi.İlkokuldan sonra Galatasaray Lisesi'nde 4 yıl okudu. Daha sonra eğitimine İsviçre'de devam etti.Babasının ölümünün ardından 1919'da İstanbul'a döndü.1922 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne devam etti fakat tamamlayamadı.

Fransızca öğretmenliği ve mütercimlik yaptı. 1945'den sonra Cumhurbaşkanlığı çevirmeni olarak görev yaptı.
1926 yılında Leman Ataç ile evlendi.Bu evlilikten , daha sonra babasının hayatından kesitleri anlattığı kitabı "Babam Nurullah Ataç"'ın yazarı Meral Ataç Tolluoğlu 1926'da doğar.
TDK yayın kolu başkanı oldu. İlk şiirleri Dergah'ta yayımlandı. Fransız, Latin ve Rus klasiklerinden çeviriler yaptı. Gazete ve dergilerde eleştiri ve deneme türünde yazılar yazdı. Eleştiri yazılarıyla Türk edebiyatında izlenimci eleştirinin ilk örneklerini verdi. Akşam'da tiyatro eleştirmenliği, Hakimiyeti MilliyeUlus, MilliyetTanPostaCumhuriyetSon HavadisDünya gazetelerinde eleştiri yazıları çıktı. Denemeleri Türk DiliVarlıkYedigünÜlküSeçilmiş Hikayeler dergilerindedir.
Ataç yazı hayatına tiyatro eleştirisi ile başlamıştır. İlk yazısı 1921’de Dergâh’ta yayımlanan “Türk Tiyatrosunda İlk Göz Ağrısı” adlı tiyatro eleştirisidir. Ataç, tiyatro eleştirisi ile ilgili yazılarını Dergâh ve Akşam dışında Hâkimiyet-i MilliyeMilliyetSon PostaHaber-Akşam PostasıUlusSon Havadis gazetelerinde ve HayatDarülbedayi (Türk Tiyatrosu), Yeni AdamÜlkü dergilerinde yayımlamıştır. Bu gazete ve dergilerde 1921-1957 yılları arasında tiyatro hakkında yaklaşık 125 yazısı bulunmaktadır ve bu yazıları kitaplarına girmemiştir.Ataç, tiyatro eserleri için yazdığı eleştirilerle Türk tiyatrosu için bir yol gösterici olmuştur. Batılı tiyatroyu yakından tanıyan Ataç, Türk tiyatrosunun ve seyircisinin Batı’nın seçkin oyunlarını oynayacak ve izleyecek seviyeye gelmesi için çok çaba harcamıştır. Ataç tiyatro hakkında yazmış olduğu tenkitlerle sadece tiyatro sanatı ile ilgili teorik görüşlerini ve Türk tiyatrosunun tarihî gelişimini gözler önüne sermekle kalmamış, aynı zamanda bu sanatın ülkemizde gelişimine de katkıda bulunmuştur.

Eserleri

Bütün kitapları Can Yayınları'ndan çıkmıştır. Varlık Yayınları'ndaki ilk baskılar:
  • Karalama Defteri-Sözden Söze (1952)
  • Ararken-Diyelim (1954)
  • Söz Arasında (1957)
  • Okuruma Mektuplar (1958)
  • Günce (1960)
  • Prospero ile Caliban (1961)
  • Söyleşiler (1962)
  • Günce 1-2 (1972)
  • Dergilerde (1980)
  • Söz Sende (1956)

Ahmet Oktay

21 Ocak 1933’te Ankara’da doğdu. Öğrenimini lisede yarım bırakarak çalışmaya başladı. Ankara'da İstatistik Genel Müdürlüğü'nde (bugünkü DİE) görev yaptı. 1961'de Yeni İstanbul gazetesinin Ankara bürosunda "parlamento muhabiri" olarak profesyonel gazeteciliğe başladı. Ankara Ekspres, İktisat ve Piyasa, Vatan gibi gazetelerde muhabir olarak çalıştı. 1975’te İstanbul Radyosu'na geçti. Siyasal iktidar değişince TRT’den istifa ederek önce Akajans, ardından da Dünya gazetesi haber müdürlüğü görevlerini yürüttü. 1978’de yeniden TRT’ye döndü. 1982’de emekliye ayrıldı. Daha sonra Milliyet gazetesine geçti. 1993'te yazıişleri müdürlerinden biri olduğu Milliyet’ten de ayrıldı. Yazmaya ortaokul sıralarında başladı. İlk şiirleri, 1949-1950 arasında "Gerçek" dergisinde yayınlandı. İlk yazısı 1950'de "Güney" dergisinde çıktı. "Dişi Kurt" adlı oyunu 1974'te Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahnelendi. 1950'lerde yazdığı şiirlerde Ahmed Arif'ten etkilendiği gözlenirken, 1960'lardan sonra toplumsal gerçekçi bir yaklaşımla İkinci Yeni'ye yöneldi. Zengin sözcük dağarcığını destansı bir söyleyişle ustaca değerlendirdi. Şiirinin olgunluk döneminde biçim gösterilerine kaçmadan yalın bir teknikle yazdı.


ESERLERİ

ŞİİR:
Gölgeleri Kullanmak (1963)
Her Yüz Bir Öykü Yazar (1964)
Dr. Kaligari’nin Dönüşü (1966)
Sürgün (1979)
Sürdürülen Bir Şarkının Tarihi (1981)
Kara Bir Zamana Alınlık (1983)
Yol Üstündeki Semender (1987)
Ağıtlar ve Övgüler (1991)
Bir Sanrı İçin Gece Müziği (1993)
Toplu Şiirler (1995)
Gözüm Seğirdi Vakitten (1996)
Söz Acıda Sınandı (1996)
Az Kaldı Kışa (1996)
Hayalete Övgü (2001) 

GÜNLÜK: 
Gece Defteri (1998) 

OYUN: 
Kurt Dişi (1971-1973’te Devlet Tiyatroları’nda sahnelendi)

İlhan Berk

HAYATI (18 Kasım 1918 - 28 Ağustos 2008)
Doğumu: 18 Kasım 1918
Ölümü: 28 Ağustos 2008

Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu'ndan mezun oldu. Espiye'de iki yıl ilkokul öğretmenliğinden sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'ne girdi. Enstitünün Fransızca bölümünden mezun (1944) olan Berk, 1945-1955 yılları arasında Zonguldak, Samsun ve Kırşehir'de ortaokul ve liselerde Fransızca öğretmenliği yaptı. 1956 yılından itibaren on üç yıl boyunca Ankara'da T.C. Ziraat Bankası'nın Yayın Bürosu'nda çevirmenlik yaptı.

Bu süre içinde modern dünya şiirinin iki büyük şairi sayılan Arthur Rimbaud ve Ezra Pound'un şiirlerini çevirerek kitaplaştırdı. Bu tarihten sonra kendini tümüyle yazmaya verdi ve bir anlatı kitabı dışında, yalnız şiir ve şiire ilişkin yazılar yazdı. Kül adlı kitabıyla 1979 yılında Türk Dil Kurumu ve İstanbul kitabı ile de 1980 yılında Behçet Necatigil Şiir Ödüllerini kazandı. 1983'de Deniz Eskisi adlı kitabıyla, Yedi Tepe şiir Armağını'nın 1988'de de Güzel Irmak adlı kitabıyla Sedat Simavi Edebiyat Ödülü'nü (F. Edgü ile) aldı. 28 Ağustos 2008 tarihinde Bodrum'da 90 yaşında vefat etti.


Yazım Hayatı;

İlhan Berk, ilk şiirlerini Manisa Halkevi'nin dergisi Uyanış'ta yayımlamıştır (1935) . Berk, 19 yaşındayken Güneşi Yakanların Selâmı adıyla kitaplaştırdığı bu şiirlerinde 'hece vezni' kullanmakta ve o dönemin şiir anlayışına özgü bir karamsarlık taşımaktadır. 'Sonsuzluk', 'kızıl', 'hulya', 'ateş' en sevdiği sözcükler olarak görünmektedir. Sembolist şiirden esinlenilmiş izlenimi veren imgeler yapmayı sevmektedir: 'Bir karanlık gecenin masmavi seherinde / Kızıl başörtünle gül yüzlü bahçede görün'.

Dil anlayışı da henüz döneminden kopamamıştır ki, bunu da 19 yaşındaki bir şair adayı için doğal karşılamak gerekmektedir: 'Kıpkızıl hulyalı bir renge yükselmeden gün / Bir devrin neşesini taşımakta yüzün'. Berk'in ilk kitabına adını veren şiirinin son kıtası da şöyledir: 'Neler, neler beklenmez nihayetsiz bir yerden / Güneşi içelim mor şafaklar gecesinden / Selâm! Sonsuzlukalra, hasret gönüllerden / Selâm, güneşe, göğü yakanlar bahçesinden! '.

İlhan Berk, daha sonra 1940'lara doğru Yeni Edebiyat anlayışı içinde yer almış, Servet-i Fünun (Uyanış) , Ses, Yığın, Yeryüzü, Kaynak gibi dergilerde yazmıştır. Türk şiirinin en deneyci şairlerinden biri olan İlhan Berk, durmadan yatak değiştirerek, ama bazı sorunsallara hep bağlı kalarak şiirini günümüze kadar eskitmeden getirmeyi başarmıştır.


Ödülleri;

Kül, 1979 TDK Şiir Ödülü.
İstanbul, 1980 Behçet Necatigil Şiir Ödülü.
Deniz Eskisi, 1983 Yedi Tepe Şiir Armağanı
Güzel Irmak, 1988 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü.
 
ESERLERİ
Şiir;

Güneşi Yakanların Selamı (1978)
Istanbul (1978
Günaydın Yeryüzü (1952)
Türkiye Şarkısı (1953)
Köroğlu (1955)
Galile Denizi (1958)
Çivi Yazısı (1960)
Otağ (1961)
Mısırkalyoniğne (1962)
Âşıkane (1968)
Taşbaskısı (1975)
Şenlikname (1976)
Atlas (1976)
Kül (1978)
İstanbul Kitabı (1980)
Kitaplar Kitabı (1981) (Seçilmiş Şiirler)
Deniz Eskisi (1982) (Şiirin Gizli Tarihi'ni de içerir.)
Delta ve Çocuk (1984)
Galata (1985)
Güzel Irmak (1988)
Pera (1990)
Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum (1993)
Avluya Düşen Gölge (1996)
Şeyler Kitabı Ev (1997)
Çok Yaşasın Sayılar (1999) 

22 Ekim 2012 Pazartesi

Tanzimat Fermanı


TANZİMAT FERMANI (3 KASIM 1839)
Nedenleri:
  • Azınlık haklarını öne sürerek, iç işlerimize karışmak isteyen Avrupayı önleme düşüncesi
  • Köklü ıslahatlar yaparak devleti güçlendirme isteği
  • Mısır isyanına karşı Avrupa'nın desteğini sağlama isteği
Sultan Abdülmecit'in onayını alan Mustafa Reşit Paşa tarafından ilan edilmiştir. Padişah Tanzimat fermanıyla halkına şu sözleri vermiştir.
  • Müslüman ve Hıristiyan tüm Osmanlı halkının can, namus ve mal güvenliğinin sağlanacağı.
  • Vergilerin herkesin gelirine göre düzenli ve eşit alınacağını.
  • Askerlik düzeninin belirli esaslara bağlanacağını.
  • Mahkemelerin halka açık ve adil olacağını.
  • Herkesin mal ve mülküne sahip olacağını ve miras hakkının korunacağını.
  • Rüşvet ve adam kayırmanın kaldırılacağını bildirmiştir.
Özellikleri:
  • II. Mahmut zamanında başlatılan yeniliklerin Mustafa Reşit Paşa tarafından geliştirilmiş halidir.
  • Başlatılan reformları sürdürmek ve yaygınlaştırmak, halkın ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve sorunlarını çözmek amacıyla yayınlanmıştır.
  • Avrupalı devletlerin baskısı yoktur. Tamamen padişahın iradesiyle yayınlanmıştır.
  • İlk kez bir Osmanlı padişahı kanunları koruyacağına dair yemin etmekle her gücün üstünde yasa gücünü kabul etmiş, böylelikle padişahın yetkileri sınırlandırılmıştır.
  • Tanzimat fermanı bu yönüyle İngilizlerin Magna Kartasma benzer.
    Avrupa hukuk kurallarına göre işleyen ilk mahkemeler kurularak hukuk sisteminin ilk temelleri atılmıştır.
  • Osmanlı devletinde anayasacılığın ve demokrasinin başlangıcıdır.
  • Askerlik ocaklık şeklinden çıkarılıp vatan görevi haline getirilmiştir.
  • Meşrutiyet dönemini başlatacak aydınların yetişmesine neden olmuştur. (Yurt dışına)
  • Mustafa Reşit Paşa ıslahat karşıtlarının meclise girebileceği endişesiyle tanzimat döneminin danışma meclisi olan "Meclisi Valayi Ahkamı Adliye" kurulmuştur. (II. Mahmut) Üyelerine dokunulmazlık verilmesine karşı çıkmıştır.
Tepkiler:
  • Avrupalı devletlerin iç işlerimize karışmasını engellemek için yayınlanmış, ancak bu müdahaleler daha da artmıştır.
  • Müslüman halk Hristiyanlarla eşit olmaya tepki göstermiştir.
  • Azınlıklar getirilen yenilikleri az bulunca ayaklanmalar artmıştır.
  • Kapitülasyonların varlığı ticari ve sanayi yönünden kalkınmaya fırsat vermediğinden Tanzimat kendinden beklenen sonuçları sağlayamamıştır. (1838 Balta Limanı Anlaşmasıyla devlet Avrupa'nın bir açık pazarı haline gelmiştir.)
  • Dinsel esasların yanı sıra modern hukuk kurallarının uygulanması "hukuk birliğini" bozmuştur.

12 Ekim 2012 Cuma

Edebiyatımızdaki İlkler


*İlk yerli tiyatro eseri:Şinasi / Şair Evlenmesi /1859
*İlk yerli roman :Şemsettin Sami / Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat
*Batılı tekniğine uygun kusursuz ilk roman :Halit Ziya Uşaklıgil/Aşk-ı memnu
*İlk çeviri roman :Yusuf Kamil Paşa/ Fenelon’dan Telemak /1859
*İlk köy romanı :Nabizade Nazım / Karabibik
*İlk psikolojik roman:Mehmet Rauf / Eylül
*İlk realist roman :Recaizade Mahmut Ekrem / Araba Sevdası
*İlk resmi Türkçe gazete :Takvim –i Vakayi
*İlk yarı resmi gazete :Ceride-i Havadis
*İlk tarihi roman :Namık Kemal / Cezmi , Ahmet Mithat /  Yeniçeri
*İlk özel gazete :Tercüman-ı Ahval / Şinasi ile Agah Efendi
*İlk pastoral şir:A.Hamit Tarhan /Sahra
*İlk şiir çevirisini yapan ,ilk makaleyi yazan ve noktalama işaretlerine ilk kez  kullanan ilk Türk gazeteci :Şinasi
*Aruzla ilk manzum tiyatro eseri yazan :A.Hamit /Eşber veya Sardanapal
*Heceyle yazılan ilk manzum tiyatro eseri:A.Hamit/Nesteren
*İlk bibliyografya:Keşfü’z Zünun /Katip Çelebi
*İlk hatıra kitabı :Babürşah /Babürname
*İlk hamse yazarı :Ali Şir Nevai Ms
*İlk tezkire :Ali Şir Nevai /Mecalisün Nefais
*İlk antolojisi:Ziya paşa /Harabat
*İlk atasözleri kitabı :Şinasi /Durub-i Emsal-ı Osmaniye
*İlk mizah dergisi:Diyojen /Teodor Kasap
*İlk hikaye kitabı :A:Mithat /Letaif-i Rivayet
*İlk fıkra yazarı :Ahmet Rasim
Türkçe yazılan ilk kitap :Kutadgu Bilig
*İlk siyasetname :Kutadgu Bilig
*İlk mensur şiir örneklerini veren :Halit Ziya
*Şiirde ilk defa Türk kelimesini kullanan :Mehmet Emin Yurdakul
*Dünya edebiyatındaki ilk modern roman :Cervantes/Don Kişot
*İlk makale :Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi
*İlk edebi bildiriyi yayımlayan topluluk:Fecr-i Ati
*Mesnevi tarzında yazılmış ilk eser : KUTADGU BİLİG
*İlk seyahatname : MİR’ATÜL MEMALİK / SEYDİ ALİ REİS
*İlk Edebiyat tarihçimiz:  Abdulhalim Memduh Efendi
*Batı anlayışındaki ilk edebiyat tarihçimiz: Fuat Köprülü
*Dünya edebiyatındaki ilk hikayeci ve eseri: Boccaio Decamkeron
*Sahnelenen ilk tiyatroNamık Kemal / Vatan yahut Silistre

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Yusuf Atılgan Hayatı


 

 

 

YUSUF ATILGAN’IN HAYATI

            Yusuf Atılgan 1921’de Manisa’da doğdu. Manisa Ortaokulu’nu (1936), Balıkesir Lisesi’ni (1939) ve ikinci sınıftan sonra askeri öğrenci olarak devam ettiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi(1944); A. Nihat Tarlan yönetiminde hazırladığı bitirme tezinin konusu “Tokatlı Kâni: Sanat, Şahsiyet ve Psikoloji” idi. O dönemde Akşehir’de bulunan Maltepe Askeri Lisesi’nde bir yıl edebiyat öğretmenliği yaptı(1945). 1946’da Manisa’nın Hacırahmanlı köyüne yerleşti ve burada çiftçilikle uğraştı. 1976’da İstanbul’a döndü; 1980’den sonra Milliyet (daha sonra Karacan) Yayınları’nda danışmanlık ve çevirmenlik, kısa bir süre de Can Yayınları’nda redaktörlük yaptı. Üzerinde çalıştığı Canistan adlı romanını tamamlayamadan kalp krizi sonucu Moda’daki evinde öldü (9 Ekim 1989).

            Aylak Adam ve Anayurt Oteli adlı romanlarında psikolojik yabancılaşma ve yalnızlık temasını başarıyla işleyen bir yazar olarak tanındı ve modern Türk edebiyatının önde gelen ustaları arasında ter aldı. Anayurt Oteli 1987’de Ömer Kavur tarafından aynı adla sinemaya aktarıldı. 1955’te Tercüman gazetesinin öykü yarışmasında “Evdeki” öyküsüyle (Nevzat Çorum adıyla) birincilik, “Kümesin Ötesi” öyküsüyle (Ziya Atılgan adıyla) dokuzunculuk kazandı. Aylak Adam romanıyla 1957-58 Yunus Nadi Roman Armağanı’nda ikincilik ödülü aldı. Ölümünün ardından Yusuf Atılgan’a Armağan (1992) adlı bir kitap yayımlandı. 

            Kitapları: 

Roman: Aylak Adam (1959), Anayurt Oteli (1973), Canistan (2000).

Öykü: Bodur minareden Öte (1960), Eylemci (Bütün Öyküleri; 1992). Çocuk Kitabı: Ekmek Elden Süt Memeden (1981). Çeviri: Toplumda Sanat (K. Baynes; 1980).

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

EDEBİ KİŞİLİĞİ

Cumhuriyet Dönemi edebiyatı yazarlarımızdan olan Yusuf Atılgan romanlarının merkezine “bireyin yalnızlığı” konusunu oturtmuştur. Özellikle Aylak Adam ve Anayurt Oteli romanlarında “yalnızlık” bir sorun olmaktan çıkmış bir sorunsala dönüşmüştür. Yazar insan ruhunun derinliklerine inmiş, insanın içindeki kötülük tohumlarını gözler önüne sermekten çekinmemiştir. Onun romanları özellikle karakter yaratmada oldukça başarılıdır.

Romanlarını oluşturmadan önce belli bir hazırlık ve planlama dönemi yaşadığını tespit ettiğimiz Atılgan, eserlerinin yapı bakımından nasıl oluştuğunu ve oluşacağını hikayeleriyle göstermiş olur. Yazarın Bodur Minareden Öte adlı hikaye kitabı kentten, kasabadan ve köyden olmak üzere üç bölüme ayrılır. Bu bölümleme Atılgan’ın romanlarında da göze çarpar. Yazarın ilk romanı Aylak Adam bir kentlinin romanıdır. İkinci romanı Anayurt Oteli’nde ise olaylar bir kasabada geçer. Son romanı olan Canistan bir köy romanıdır. Bu üç kesimin insanları ve hayatı romanlarında ustaca anlatılmıştır.

Bunun yanında Atılgan’ın üslupçu bir yazar olduğunu da söylememiz mümkündür. Her kelimenin ve cümlenin üzerinde düşünüldüğü, bunların özenle seçildiği açıkça görülebilir.

“Yusuf Atılgan’ın iyi romancı olduğu kadar da ‘üslupçu’ olduğu hemen bütün eleştirmenlerce benimsenmiş bir hükümdür. Romanının her cümlesini ‘Yeniden yeniden yazdığı’ söylenmiştir. Bu titizliği yüzünden, bir ömür boyu iki roman verebilmiştir. Aylak Adam üzerine konuşurken kendisi de ‘Bence roman, şiir gibi yazılır. Romanda deyişin çok büyük önemi var.’ Diyordu. Böylece romanın ‘mesajından’ ziyade bir üslup meselesi olduğunu, o yıllarda (1959) köy ve toplum ‘bildiri’cilerine karşı, cesaretle anlatıyordu.”  

“Atılgan, romanının her cümlesi üzerinde sabırla çalışmış, belli, her cümle güzel bir şiirdeki sözcükler gibi, yerli yerine oturmuş. Bilinçli bir dil çabası var. Üstelik üslubu var. Şunun için ‘üstelik’ diyorum: son zamanlarda temiz dil, bütün romancılarımızın baş kaygısı; ama temiz bir dille yazmak, aydın takımının ulaştığı ortalama dili sürdürmek başka, kişisel bir üslubu olmak başka. Romancılarımızın çoğunun dilleri temiz, ama üslupları yok, dili kendilerine özgü kullanışları, yoğuruşları yok. Atılgan’da bu var. Ortalama bir aydın dilini sürdürmekle yetinmiyor; kendi üslubunu bulmuş.”

Atılgan’ın Aylak Adam romanı klasik roman tekniğine yakın tarzda yazılmıştır. Fakat yazar üslubu hareketlendirmek için kahramanlarına günlük, mektup yazdırır; bazen de olayları birinci tekil kişi ağzından anlatır. Canistan romanı Aylak Adam’dan da klasik bir tarzda yazılmıştır. Yazar bu romanında herhangi bir biçimsel arayışa girmemiştir.

Anayurt Oteli ise teknik açıdan da farklılık gösterir. Roman, tekniğiyle de bir şeyler anlatmak ister. Yazar Aylak Adam’da iç çözümlemelere giderken Anayurt Oteli’nde bu yolu bırakır ve karşıtlıklardan yararlanır.

“Yazar psikolojik yöntemi bir yana bırakır ve onun yerine birtakım karşıtlıklara dayanan bir yapıdan yararlanmaya çalışır. Bu yapıyı açıklamak için, anlatının kurgu, karakter, zaman ve mekan gibi öğelerine yayılmış ve metni bütünleyici bir rol oynayan iletişimsizlik/iletişim karşıtlığı ile bu ana karşıtlıktan doğan birey/toplum, kapalı/açık, susma/konuşma, içerisi/dışarısı karşıtlıklarına başvurmamız gerekecektir. Bir de tekrar edilen motiflere.”

Yusuf Atılgan sanat anlayışını Aylak Adam romanında Açıkça belirtmiştir. Kelimelere gösterdiği özeni, cümleler üzerinde uzun uzun düşündüğünü C.’nin ağzından okuyucuya aktarır.

İş yapmayı düşünen Aylak Adam, kendisini avutacağını bilmekle beraber, herkesin, her gün yaptığı biteviye, otomatça işlerden de nefret etmektedir. Ancak ‘yaratıcı ve orijinal’ bir iş yapmaya karar verdiği zaman rahatlamaktadır. ‘Yaratıcı güç iş’ derken ‘yazmayı kastetmektedir. Yazı yazarken C.’nin bir sıtma halinde gibi sürekli çalışması, yazma tarzı, üslup ve kelimeler üzerinde düşünceleri, ‘Cümle üzerinde saatlerce durması, düşünceleri seçmek sorumluluğu, kelimeleri yetersiz bulması’ tıpatıp Atılgan’ın fikirleridir. Yazarlığa, tasarıları ve hevesleriyle de Atılgan ‘Aylak Adam’ın’ kendisidir.”

Yazar romanlarında okuyucuya büyük güven duyar. Romanda yöneltilen bir sorunun cevabı birkaç sayfa sonra soru tekrar edilmeden verilir. Örneğin; 52. sayfada C. Güler’in gözlerinin ne renk olduğunu merak eder. Yazar bunu okuyucuya aktardıktan sonra 62. sayfada bu sorunun cevabını verir. “koluna değdi, durdurdu. Koyu maviydi.”

Romanlarındaki ortak özelliklerden biri de ayrıntıları ve çağrışımları ustalıkla kullanmasıdır. Anlık çağrışımlar önceleri önemsiz gibi görünse de bunlar kahramanlarının ruhsal durumlarını açıklaması bakımından oldukça önemlidir. Ruh tahlillerinde Freud’a inandığı göze çarpmaktadır.

“Burada ve romanın bütününde, Freud’a iman ölçüsünde inanmış bir adamın ruh tahlilleri görülüyor. Her iki romanda C.’nin de Zebercet’in de hemen bütün benlikleri ve çevreleri kadınla ‘cinsellik’le, çok yerde lüzumundan fazla açık sözler ve sahnelerle doludur. Bazen öyle gelir ki, Atılgan, iki kahramanını ve öbür figürleri, Freud’un (sonunda bir kısmı Adler ve Yung tarafından çürütülmüş olan) nazariyeleri için bir uygulama alanı yapmıştır. Her satırında Freud’un insan ruhunu erotik açıdan bir kehaneti dile gelmektedir.”

Yusuf Atılgan’ın romanlarının alt yapısında J. P. Sartre’ın “Başkaları cehennemdir” sözü oluşturmaktadır denilebilir. Bu özellikle ilk iki romanında belirgindir. Onun bakış açısında “abes ve saçma” düşüncesi yer alır. Kahramanlar yaşamın kısır döngüsünü anlamlandıramazlar. Varolan düzene ayak uyduramazlar. Bu yüzden önce hayatı kendilerine göre anlamlandırma çabasına girerler. Başarısızlık onlar için büyük bir hayal kırıklığı, hayal kırıklığı ise yenilgi demektir.

 

 

SONUÇ

Yusuf Atılgan Türk romanına yapısal, tematik, tip ve karakter bakımından değişiklik getirmiş yazarlarımızdandır. Atılgan’ın romanlarına kadar iç dünyası, ruhsal bunalımları ve çözümlemeleriyle ele alınan tipler, edebiyatımızda çok sık rastlayamayacağımız tarzdadır. Atılgan romana tutunamayan, aylak, düzene ayak uyduramayan, sorgulayan insan tipini getirmiştir.

Bizde bu değişiklik 20. y.y.’a rast gelirken Avrupa’da bir yüzyıl öncesine yani 19. y.y.’da, 1839 yılında Lermontov’un yazdığı “Zamanımızın Kahramanı” adlı romanla başlar. Bunu Griboyedov’un yazdığı “Akıldan Bela” ve Gonçarov’un yazdığı “Oblomov” adlı romanlar takip eder.

“Çağımızın Bir Kahramanında Lermontov, XIX. Yüzyıl Rus edebiyatının Puşkin’in Evgeny Onegin’i ile ülküleştirilen ‘romantik’ tiplerine karşı yeni ve değişik bir insan tipini koyar ortaya: Peçorin.”

Bu konuyla ilgili Fethi Naci’nin fikirleri şöyledir:

“Yusuf Atılgan’ın romanını okurken Lermontov’un romanını, Zamanımızın Kahramanı’nı hatırladım. Lermontov, Aylak Adam’ın yayımlanmasından yüz yirmi yıl önce, 1839 yılında, bitirdiği romanına, 1841 yılında yazdığı ön sözde şöyle diyordu: ‘Zamanımızın Kahramanı, sayın efendilerim, hakikaten bir portredir, fakat bir tek insanın değil; bu bütün neslimizin, tam gelişme halinde bulunan, kusurlarından vücuda getirilmiş bir portredir.’ Atılgan’ın romanını bitirince, Lermontov’un ön sözünün sonu geldi aklıma: ‘Hastalığın meydana çıkarılmış olması da yeter... Tedavisine gelince, orasını Allah bilir!’ Zamanımızın Kahramanı’nı yeniden okudum. Peçorin’le Aylak adam’ın benzer koşullar içinde yaşamaları, toplumun çözülüş yıllarının aydın kişileri olmaları, Lermontov’un romanında Atılgan’ın kişisini aydınlatan parçalar bulmama yol açtı; Peçorin’le Aylak Adam arasında benzerlikler buldum. Bunu Atılgan’a karşı söylemiyorum; çünkü iki romancının kişilerini ele alışları, söylemek istedikleri arasında önemli ayrımlar var; bunları görmemek, Atılgan’ın Yunus Nadi Armağanı’nda ikinciliği kazandığı günlerde Kim dergisinde roman için yazı yazan eleştirmenin Aylak Adam’la H. de Montherlant’ın Genç Kızlar’ı arasında ilişki kurması kadar saçma olur.” 

Yusuf Atılgan’ın romana getirdiği değişikliği Oğuz Atay’ın 1971 yılında yazdığı “Tutunamayanlar” adlı romanında çok daha gelişmiş bir şekilde görebiliriz. Oğuz Atay da Atılgan gibi bireyin sorunlarına eğilmiş ve burjuva zihniyeti karşısında bireyin isyanını dile getirmiştir. Atay ve Atılgan’ın romanlarında göze çarpan ortak özelliklerden biri de biçimle ilgili ortak tutumlarıdır. Her iki yazarın da Tutunamayanlar ve Anayurt Oteli’nde biçimi önde tutarken konuyu bir araç olarak kullandıkları görülür.

“Atay ve Atılgan’ı birleştiren ve öncekilerden ayıran bir özellik de biçimle ilgili tutumlarında bulunur. Edebiyatta iki karşıt eğilim yüzyıllar boyu kendini göstermiştir. Bir yanda, okura herhengi bir konuda (ahlaksal, siyasal, toplumsal vb.) söyleyecek bir sözü olduğu için yazan ve bu sözü sunuş biçimini yalnızca bir araç olarak kullanma eğilimi gösteren yazarlar vardır. Beri yanda ise sunuş biçimini asıl amaç sayarken konusunu bir araç olarak kullanma eğilimi gösteren yazarlar buluruz. Genel olarak Türk romanında birinci eğilim egemenken Tutunamayanlar’da ve Anayurt Oteli’nde öteki eğilimin güçlendiğini görürüz. Başka bir deyişle, bu iki yazarı, dile getirdikleri bireyin sorunları kadar, hatta ondan çok bu sorunları dile getirmek için başvurdukları ya da icat ettikleri anlatım yöntemleri ilgilendiriyor.”

Tutunamayanlar romanındaki insanlar, düzene ayak uyduramamış, burjuvaların kurallarını, değer yargılarını, beğenisini, yaşam biçimini reddeden, topluma yabancılaşmış, yalnız insanlardır. Yusuf Atılgan’ın yarattığı tipler de böyledir. Kendilerini toplumun dışında hisseden, düzene ayak uyduramayan, gittikçe yalnızlaşan insan tipi.

İnsan tipinden bahsetmişken Yusuf Atılgan’ın romanlarındaki tipleri karşılaştırmak doğru olacaktır. Yazarın ilk romanında başkişi Aylak Adam yani C.’dir. Yazar, kahramanın adını bile vermez. C. geçmişinden kurtulamayan, paralı fakat aylaklığı seçmiş, kendini yalnız hisseden, hayatta tutunulacak tek dalın gerçek sevgi olduğuna inanan, aydın ve kentli bir insandır. Dış görünüş olarak da etkileyici ve yakışıklıdır. Anayurt Oteli’nin kahramanı Zebercet ise taşralı, yoksul, güçsüz, çelimsiz, çirkin yüzlü ve içine kapanıktır. Bu yönleriyle C. ve Zebercet birbirine zıt iki karakterdir. Fakat her ikisinin ortak özelliği yalnız olmaları, aradıkları hayatı ve aşkı bulamamaları, topluma küskünlükleridir. C. istediği kadınla birlikte olabilen, cinselliği yaşayabilen biridir. Buna rağmen geçmişinden kurtulamadığı için cinsel hayatında sorunlar yaşar. Zebercet ise hayatında bir kez bile bir kadınla karşılıklı, sıcak bir cinsel ilişki kuramamıştır.

“Aylak Adam’ın başkişisi ile Anayurt Oteli’nin başkişisi, birbirlerine kesinlikle karşıt olan tipler. Atılgan’ın dünya görüşü açısından bakılırsa, bu bir rastlantı değil. Anayurt Oteli’ndeki otel katibi Zebercet, saçmaya varan bir monotonluğu simgeliyorsa, Aylak Adam bunun tam karşıtı olan tipi simgeler. Atılgan, bu iki karşıt tipte insanın durumunun değişmediğini vurgulamak, bu karşıtların birbirlerine dönüşebileceğini belirtmek, iki durumun da bir olguyu, yabancılaşma olgusunu dışlaştırdığını göstermek istiyor.” 

şeyleri yapmışlardır. Zamanın oradaki akış hızına uymuşlardır. Belirli bir ritm içerisinde kurmuşlardır hayatlarını.”

Atılgan’ın romanlarında olay örgüsüne bakacak olursak; ilk iki romanında olayların arka planda kaldığını görürüz. Burada olayların yerini kahramanların iç çekişmeleri, ruh tahlilleri almıştır. Yazar yarattığı tiplerin ruhsal sorunlarına ve gittikçe toplumdan uzaklaşarak yalnız kalmalarına dikkat çekmek istemiştir.

Yazarın romanlarındaki temalar da daha önce yazılmış romanlara göre daha farklıdır diyebiliriz. Bunların başında kahramanların düzene başkaldırıları, aşk, cinsellik, yalnızlık, hayal kırıklığı gibi temalar yer alır. Tematik bakımdan yazarımızı daha önceki bir çok yazardan ayıran ve özgünleştiren, onun bireyin yalnızlığına yaptığı kuvvetli vurgudur.

Son olarak romanların bitiminde kahramanların yaşadıkları sona değinmek doğru olacaktır. Üç romanda da kahramanlar mutlu sona ulaşamazlar. Yazar bunu bilinçli olarak yapmıştır. Onun kahramanları tam olarak yaşamın bilincine varamamışlardır. Atılgan ise kahramanların yaşama biçiminin ve içinde yaşadığı toplumsal koşulların bilincindedir. Yazar, kahramanlarının ulaştığı sona bağlı olarak okuyucularının olumsuz etkilenişlerini engellemek amacıyla, romanlarında işlediği temaların dışında hayatta tutunulacak başka dalların olduğunu göstermek yoluna gitmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

AKTAŞ, Şerif; Roman Sanatına Giriş,

 

ATILGAN, Yusuf; Aylak Adam, Yapı Kredi Yay., 6. Baskı, İstanbul, Ağustos 2001.

 

_______________; Anayurt Oteli, Yapı Kredi Yay., 6. Baskı, İstanbul, Haziran 2001.

 

_______________; Canistan, Yapı Kredi Yay., 2. Baskı, İstanbul, Eylül 2001.

 

ÇELİK, Behçet; Yusuf Atılgan’ın Bitmemiş Son Romanı Canistan, Virgül Dergisi, Aralık 2000.

 

KABAKLI, Ahmet; Türk Edebiyatı 5. Cilt, Türk Edebiyatı Yay., İstanbul, 1997.

 

MORAN, Berna; Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış 2, İletişim Yay., 8. Baskı, İstanbul 2002.

 

NACİ, Fethi; On Türk Romanı, Ok Yay., 1. Baskı, İstanbul, Ocak 1971.

 

YAVUZ, Hilmi; Roman Kavramı Ve Türk Romanı, Bilgi Yayınevi, Ankara, Mart 1977.