" İnsan olmanın bütün
komplekslerini yenmiş,
günü dipdiri yakalayan, hayatın
anlamını çözmüş
bir bilge insan; bir yol
gösterici. "
Nedret Çatay
Attilâ İlhan'ı bir tek gruba
indirgeyerek, onu dar kalıplar
içerisinde değerlendirmek oldukça
güç. O, yüzyılımıza imzasını
atan, dünyayı çözmüş, yorumlamış
ve ona çözümler türetmiş bir
düşün adamıdır. Kendisini ifade
etmek adına tek bir yolu
izlemekle yetinmemiş şiirle
başladığı serüvenini roman, deneme,
senaryo ve köşe yazılarıyla
zenginleştirerek topluma ulaştırmıştır.
Çoğu yazarın dolaşmak
istemeyeceği alanlarda korkusuzca yazılar
yazan Attilâ İlhan, topluma ve
çağımıza bir anlamda ayna tutmakta,
zamanın tanıklığını yapmaktadır.
İlk Gençlik Yılları
15
Haziran 1925'te Menemen'de doğdu. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü
İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı.
İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım
Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve
okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında kaldı. İki ay hapiste yattı.
Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim
hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma
hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi'ne yazıldı. Lise son sınıftayken
amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı'nda Cebbaroğlu
Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak aldı.
1946'ta mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. Üniversite hayatının
başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri
yayınlanmaya başladı. 1948'de ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi imkanlarıyla
yayınladı
Paris Yılları
1949
yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nazım Hikmet'i kurtarma hareketine
katılmak üzere ilk kez Paris'e gitti. Bu harekette aktif rol oynadı. Fransız
toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde
yer alan bir çok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye'ye geri
dönüşünde sıklıkla başı polisle derde girdi. Sansaryan Han'daki sorgulamalar
ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynamıştır.
Bir kaç kez gözaltına alındı.
İstanbul - Paris - İzmir
Üçgeni
1951 yılında Gerçek
gazetesinde bir yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayınca Paris'e tekrar gitti.
Fransa'daki bu dönem Attilâ İlhan'ın Fransızca'yı ve Marksizmi öğrendiği
yıllardır. 1950'li yılları İstanbul - İzmir - Paris üçgeni içerisinde geçiren
Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı.
Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Ancak son sınıfta
gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan
ilişkisi, yine bu dönemde, 1953'te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri
yazmasıyla başlar.
Sanatta Çok Yönlülük
1957'de
gittiği Erzincan'da askerliğini yaptıktan sonra, tekrar İstanbul'a dönüş yapan
Attilâ İlhan sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Onbeşe yakın senaryoya Ali
Kaptanoğlu adıyla imza attı. Sinemada aradığını bulamayınca, 1960'ta Paris'e
geri döndü. Sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu
dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın İzmir dönemini başlattı. Sekiz yıl
İzmir'de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel
yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek
ve Aynanın İçindekiler serisinden Bıçağın Ucu yayınlandı. 1968'te evlendi, 15
yıl evli kaldı.
İstanbul'a Dönüş
İstanbul'a Dönüş
1973'te
Bilgi Yayınevi'nin danışmanlığını üstlenerek Ankara'ya taşındı. Sırtlan Payı ve
Yaraya Tuz Basmak 'ı Ankara'da yazdı. 81'e kadar Ankara'da kalan yazar Fena
Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul'a yerleşti. İstanbul'da
gazetecilik serüveni Milliyet ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre
Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan
gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından beri köşe yazılarını Cumhuriyet
gazetesi'nde sürdürmektedir. 1970'lerde Türkiye'de televizyon yayınlarının
başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo
yazmaya geri dönüş yaptı. Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın
Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.
"Çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı sanırız,
onlar bizi okumazlar.
Asıl seslendiklerimiz, hiçbir zaman tanımayacağımız, başka üç beş kişidir."
Asıl seslendiklerimiz, hiçbir zaman tanımayacağımız, başka üç beş kişidir."
Attilâ
İlhan
İlk romanı Sokaktaki Adam yayınlandığında 10 roman yazmıştı. Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: "... bir çok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır." (Düşün, Haziran 1996).
Roman serüvenine başladığında
döneminin diğer yazarları daha çok yerel ve kırsal olayları, kişileri işlerken
Attilâ İlhan şehir insanını Türkiye'nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik
ve sosyal yanlarıyla ele alan bir yapı içerisinde işliyordu. Sadece İstanbul,
İzmir gibi Türkiye'nin büyük şehirlerini, işlediği dönemin yaşam tarzını,
ekonomik ve sosyal sorunlarını kahramanlarının gözüyle yansıtmakla yetinmiyor;
aynı zamanda, batı kültürünün Türkiye'ye ne şekilde yansıdığını, olumlu ve
olumsuz etkilerini, çizdiği karakterlerle ve Avrupa'daki şehirlerle örtüşen bir
yapı içerisinde irdeliyordu.
Hazırlık ve Arayış Dönemi
Romanda 'hazırlık ve arayış
dönemi' diye nitelendirebileceğimiz döneminde, yayınladığı Sokaktaki Adam ve
Zenciler Birbirine Benzemez'de yazarın Paris'te yaşadığı yıllara ait
deneyimlerinin ve gözlemlerinin karakterlere yansıdığı görülür. Yazıldığı
yıllarda Türkiye'deki batılılaşma uğruna toplumdan kopan kişilerin bocalamaları
Sokaktaki Adam'da ele alınırken, Zenciler Birbirine Benzemez 'de Avrupa'da
komünist ve anti-komünist mültecilerle karşılaşan, hayal kırıklığına uğramış
bir devrimci anlatılır. Her bölümün farklı bir karakterin ağzından aktarıldığı
Sokaktaki Adam, Attilâ İlhan'ın edebiyatımıza getirdiği yeni bir söylem olarak
alınabilir. Daha sonraki romanlarında da görüleceği gibi, diyalektik bir
yaklaşımla işlenen olaylarda kahramanlar güçlü ve zayıf yanlarıyla okura
ulaşır; birbirlerini suçlamaz ve okuyucuda önyargı oluşturmazlar. Attilâ İlhan
Zenciler Birbirine Benzemez için bakın neler diyor:" Kitap 'soğuk
savaş'ın en belalı döneminde yazıldı, yayınlandı. Çok ikircikli bir sorunu
tartışıyordum. Romanın kahramanı, İstanbul'daki ve Paris'teki 'solcu'
çevrelerle düşüp kalkıyor, bunlarla ilişkilerini ve tartışmalarını anlatıyordu,
herşeyi olduğu gibi yazmak, romanın yayınlanmasından vazgeçmekle eşitti. Bu
bakımdan, içeriğine hafif flou bir hava verdim."
Romanın dilinin farklılığını ise
yazıldığı dönem içerisinde yoğun Fransızca çalışmasına bağlayan yazar, bazı
cümleleri Fransızca düşünüp Türkçe yazdığını okuduktan sonra farkettiğini de
itiraf ediyor:
" ... hayattan aktarılmış
en çok tip içeren romanım budur."diyor ve devam ediyor Attilâ İlhan:"Hernandez,
Marie-te, Hilde, Zevilla, Lale, Ecvet, Sabiha vb. kuşkusuz başka isimlerle,
başka bir yaşama kesiti içinde tanıdığım kişilerdi. Mehmed-Ali, gerçekte
varolan birkaç kişiden süzdüğüm bir bileşim; onun küçük burjuvadan çok, işçiye
yakın toplumsal sınıfsal kökeni, sorunlara başka bir açıdan yaklaşmama fırsat
vermektedir."
Olgunluk Dönemi
Yazarın "olgunluk
dönemi" diye tanımlayabileceğimiz edebiyat süreci Kurtlar Sofrası ile
başlar. Sokaktaki Adam'da ne istediğini değil, ne istemediğini bilen biri
anlatılırken; Zenciler Birbirine Benzemez'de Mehmed-Ali istedikleri ile
istemedikleri arasında mütereddit bir karakteri yansıtmaktadır. Oysa Kurtlar
Sofrası'nda Mahmud ne istediğini çok iyi bilen bir karakteri çizer. Bu üç
romanıyla Attilâ İlhan Türk aydınına farklı açılardan bakar, fikirlerini
diyalektik-materyalist bir sentez içinde derleyerek Türkiye için bir sentez
önerir- ki sonradan yazdığı beş kitaplık Aynanın İçindekiler serisi de bu
zemine oturmuştur-. Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet'te
Sabah Ezanları ve O Karanlıkta Biz bu seriyi oluşturan romanlar. Her romanda
yer alan karakterler, Türkiye'nin tarihinde köşebaşlarını oluşturmuş dönemlere
ayna tutan aydınlardır. Tarihi olaylar, politik ve sosyal dengelerle ele
alınır. Birbirleriyle bağlantısı olan karakterlerden herbiri bir romanda ön
plana çıkar ve olaylar onun gözlemleriyle aktarılır. Bu serinin bütünü
irdelendiğinde yine, yazarın Türk aydınına yakın tarihimize bir bakma şansı
tanıdığını ve kendi toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla önergeler sunduğunu
görürüz.
Yakın Dönem
Attilâ İlhan, Fena Halde Leman ve
Haco Hanım Vay adlı eserlerinde ise cinsellik sorununa cesaretle eğilerek okuru
yeni bir boyut üzerinde düşünmeye yönlendirmektedir. Her iki romanda da olaylar
ve kişiler kadın eşcinselliğinin, çift cinselliğin ve çifte benlik
duyumsamasının gizlerini sergilemeye yönelik canlı ve renkli bir anlatımla
işlenmektedir.
Türk kamuoyunda adının kolaylıkla telaffuz edilmediği ancak oldukça yaygın olduğu bilinen bu tür ilişkinin, yazınımızda böylesi bir cesaretle işlenmesi yayınlandıkları dönemlerde kitapların ses getirmesine ve edebiyat çevrelerinde tartışılmasına neden olmuştu.
Türk kamuoyunda adının kolaylıkla telaffuz edilmediği ancak oldukça yaygın olduğu bilinen bu tür ilişkinin, yazınımızda böylesi bir cesaretle işlenmesi yayınlandıkları dönemlerde kitapların ses getirmesine ve edebiyat çevrelerinde tartışılmasına neden olmuştu.
ROMANLARI
Sokaktaki Adam (1953)
Olaylar İstanbul'da geçer. Roman,
Kamarot Yakub'un bir Marsilya dönüşü kendini ve çalıştığı gemideki personeli
tanıtmasıyla başlar. İkinci bölümde, Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki öğrenimini
yarıda bırakarak, içinin sıkıntısını denizlerde dağıtmak isteyen, ne
istemediğini bildiği halde ne istediğini bilmeyen Hasan konuşur. Yakub'la Hasan
kaçak kürk getirip satmaktadırlar; bu gelişlerinde de yakalanmadan karaya ayak
basar, Beyoğlu'na çıkıp Balıkpazarı'nda içer, geneleve giderler. Üçüncü bölümde
Sokaktaki Adam anlatır kim olduğunu. Sonra sözü yine Yakub alır; sonra da
romanı genellikle bu üçü yürütür. Kişilerden biri de dünyayı görecelikler
açısından değerlendiren ve Hasan'ı anlayan, seven bir fahişedir: Meryem.
Romanın bir diğer kişisi kürkçü Leon'dur; kimi görse polis sanan, kuşkulu bur
Musevi. Hep İsrail'de olmak ister, sonunda bu dileğine ulaşır; fakat korku onu
çekindiği kimselere yaranmaya sürüklemiştir. Roman, samimi iki arkadaş Hasan'la
Yakub'un on-onbeş günlük bu İstanbul molasından sonra, sabaha karşı İskenderun
seferine çıkacakları gece, gene Beyoğlu'ndan içki dönüşünde, Tophane'de bir
kavgaya karışan Hasan'ın vurulup ölmesiyle biter. Sokaktaki Adam'la Hasan,
gerçekleri ve hayalleriyle, güneş ve gölge gibi, birbirine bağlı, biri ötekinin
devamı, ikinci kişiliği olarak beliriyor romanda.
Zenciler Birbirine Benzemez
(1957)
Mehmed Ali anasız, babasız
büyümüş, Sanat Enstitüsünde parasız yatılı okumuştur. İstanbul'da Karaköy'de
bir radyo teknik atelyesinde çalışır, geceleri de atelyede yatar. Yetimliğinin
üzüntülerini önceleri Allah'a inanarak hafifletmiştir; sonradan kendisi gibi
yetim, fakir bir arkadaşının ölümü üzerine bu inancını yitirdi. Sevdiği Şadiye
ile evlenebilmek için kendini yetiştirmeye koyulur, sanatını ilerletir.
Erzurum'dan askerlik dönüşü Şadiye yoktur. İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır.
İşinde ilerlemiş, bol para kazanmaya başlamışken kalkar Paris'e gider. Kaldığı
otelde Mısırlı El-Barudi, İspanyol Hernandez gibi komünistlerle, siyasi
mülteci, Tito rejimine muhalif Yugoslav Yankoviç gibi bir antikomünistle, Çinli
Çang gibi ferdiyetçi biriyle dost ve öğrenci Alman kızı Hilde'ye aşık olur.
Vize süresi dolar, üç ay daha uzatır bu süreyi. Yankoviç'in peşine düşmüş
kimseler tarafından öldürülmesi, çok sarsar Mehmed Ali'yi. Parası bitmektedir,
işsizdir. Paris'te başlayan roman, gene Paris'te, otuziki yaşında Mehmed
Ali'nin sürüp giden bocalayışları arasında sona erer.
Kurtlar Sofrası (1963)
Romanın kahramanı Mahmud Ersoy,
Kurtuluş Savaşı'na katılmış, Kuvayı Milliye ruhuyla dolu Hüsnü Faik Bey'in
çıkardığı ve "1945'te diktatörlüğe ilk baş kaldıran gazetelerden"
Birlik gazetesinde yazardır. Atatürk devrim ve ilkelerini yaşatmaya azimli bir
kadronun karşısında karaborsacılar, çıkarcılar vardır: Zihni Keleşoğlu, Kılçık
Nazım, Asım Taga, Seyit Sabri, Mordahay ve İbrahim. Adını taşıyan bir firmanın
sahibi Keleşoğlu, cami yaptırarak para hırsını gizlemek, bağışlatmak isteyen
bir tip. Ölmüş karısından doğma, Paris'te okumuş kızı Ümid ile, içki ve kumar
düşkünü ikinci karısı Maide, birbirlerine hiç benzemeyen kişiler. Romanın
kurtlar sofrasına yaklaşmış, yaklaşmamış, diğer bir çok kişileri, özlemler,
yıkılış ve intiharlarla çıkarlar karşımıza. Kolaylık Yapı İnşaat Şirketi'ndeki
yolsuzlukları kamuoyuna duyurmak isteye gazeteci Mahmut Ersoy, bu iş
peşindeİstanbul'dan İzmir'e gideceği sırada, iki yıldır sevdiği Ümid'le
vedalaşırken genç kızdan ümitlerini kesmek zorunda olduğunu anlar: kız Mahmud'a
uzak bir dünyanın kızıdır. Aradan birkaç gün geçince Mahmud'un esrarlı bir
şekilde öldürülüşü, Ümid'in hayat anlayışını değiştirir. Zengin babası Keleşoğlu'nun
Kılçık Nazım ile konuşup birbirlerini şiddetle suçlamalarına şahit olan Ümid,
baba evinden kaçar, Mahmud'un pansiyonunu tutar, sonra da Birlik gazetesi
sahibi Hüsnü Faik Bey'i bularak, duyduklarını ona anlatır. Cinayeti ve çevrilen
dolapları örten esrar perdesinin kalkmak üzere olması karşısında Keleşoğlu,
Almanya'da eski bir dostunun yanına kaçmaya karar verirse de, Kılçık Nazım
ileyaptıkları hazırlık yarıda kalır; sahte pasaportlarla daha İstanbul'da
yakalanırlar. Roman, Ümid'in, Mahmud'un bir sözünü hatırlamasıyla sona erer:
" Memleket bir kurtlar sofrasına döndü mü isyan haktır. "
Aynanın İçindekiler
Bıçağın Ucu (1973)
Sırtlan Payı 1974-1975 Yunus Nadi Armağanı
Eser, bir yandan 27 Mayıs 1960
devrimini izleyen siyasal panoramayı çiziyor, bir yandan da Balkan ve Birinci
Dünya savaşları ile İstiklal Harbi olaylarından kesitler veriyor. 1960
Temmuz'unda bir gece İstanbul'da Emirgan'naki evinde bir enfarktüs geçiren
emekli albay Ferid Bey'dir romanın odak noktası. Çanakkale, Gazze (Filistin) ve
İstiklal Savaşı gazisi, yetmiş yaşında Miralay Ferid, bu kriz gecesinden
ölümüne kadarki zaman içinde (temmuz-ağustos), İmparatorluğun ve Milli
Mücadele, Mütareke yıllarıyla yakın tarihimizin hesaplaşmasını yapar. Miralaya
bakan kardiyolog Dr. Sevim Mertoğlu; Sevim'in yoksul ezik çocukluğundan gelme
hınçlarını gizli ve ahmakça tutkunluğuyla ödeyen eczacı İhsan; Miralay Ferid'in
nazlı eşi Ruhsar; Miralayın kız kardeşi, erkekli tabiatlı Hayrun (ki 27 Mayıs
1960 devriminde başlıca müdürlerinin tutuklanması ve bir tanesinin, Seyit
Sabri'nin İtalya'ya kaçması üzerine Akın Limited Şirketi'nin başına geçmiştir);
Hayrun Hanım'ın kızı ve Miralay dayısının sevgilisi Suat; Milli Mücadele
yıllarında Miralay gibi Teşkilat-ı mahsusa'dan doktor Hayrullah; kaymakam Hüsamettin;
Dahiliye Vekaleti mübeyyizlerinden, adi ruhlu Rıza Muhittin (ki sonlara doğru
Dr. Sevim'in üvey babası çıkar); II. Abdülhamid'in "sabık Paris
sefiri"nin kızı Gülistan Satvet... şaşırtıcı ve tipik hayatlarıyla,
romanın gerilimini artıran kişilerdir. Çanakkale'de Mustafa Kemal Paşa'yı da
tanımış, veliaht Vahdettin'in Almanya seyahatinde (1917) Kemal Paşa'nın maiyet
subaylığını da yapmış olan Miralay Ferid, Gazze'de çarpışırlarken mülazım
(teğmen) İhsan'ın şehit oluşunu gördü. Şairdi bu genç; Manastırlı asker Salih
Paşa'nın oğluydu, ihtiyat zabiti (yedek subay) olarak cepheye hareketinden iki
gün önce Ruhsar Hanım'la evlenmişti. Miralay Ferid, İstanbul'a dönünce Salih
Paşa'yı buldu, ona şehit oğlunun emanetlerini teslim etti ve Paşa'nın konağına
gide gele genç, güzel Ruhsar Hanım'ı sevdi, onunla evlendi. Aslında Ruhsar
Hanım'ı, Gazze'deyken, mülazım İhsan'daki fotoğrafından, Mülazım'ın okuduğu
mektuplardan ve anlattıklarından tanıyordu. Mitralyoz çaprazına düştükleri o
sabah, koşup da Mülazım İhsan'ı kurtaramayışının nedeni, belki de Ruhsar
Hanım'la böyle uzaktan dolu oluşuydu ve Miralay Ferid, bu karanlık duyguyu,
ölümünün eşiğinde bile, mutlu hayatlarında üzerine titrediği eşi Ruhsar Hanım'a
(Maviş Hanım) açıklayamadan ölür.
Yaraya Tuz Basmak (1978)
Yazar, 1950 Kore savaş yıllarıyla
27 Mayıs 1960 devrimi öncesi ve sonrası olaylarına ışık tutuyor. "Kore
savaşlarında olduğu gibi, 27 Mayıs1960 devriminde de, Türk milletinin
aldatılmak ve kullanılmaktan, Amerikan emperyalizminin kurbanı olmaktan kurtulamadığı"
yorumuna bağlanan (s. 516) ve adını "Harbediyorum, başkasının harbi.
İhtilal yapıyorum, başkasının yararına. Kendi yarama tuz basayım derken
başkasının yarasına tUz oluyorum" (s. 528) gibi hatırlatışlardanalan
romanın kahramanı, bir subaydır; 1943'te İkinci Dünya Savaşı'nın olanca
şiddetiyle sürdüğü dönemde ilkgençlik yılları Bursa'da Muradiye'deki evlerinde,
anne ve babasıyla geçmiş bir subay: Piyade üsteğmeni Demir Çukurcalı.
Gönderildiği Kore'de çarpışırken ağır yaralanmıştır; iki hafta Pusan'daki İsveç
Hastanesi'nde yatar, kızılhaç uçağıyla getirildiği Tokyo'da Amerikan
hastanesinde ameliyat edilir; gösterdiği kahramanlığa karşı Amerika Birleşik
Devletleri başkanı tarafından kendisine Silver Star madalyası verilir. Yurda
getirildikten sonra Ankara'da Gülhane askeri hastanesinde üç ay daha tedavi
gören, altı ay bir hava değişiminden sonra da Çankırı Piyade Okulu'na atanan
üsteğmen, 1960 devrimini hazırlayacak komitelerle teması sıklaştırmış, o arada
yüzbaşı olmuş, Birlik gazetesi muhabir ve röportajcılarından Ümid adında bir
kızla da ilişki kurmuştur. "İhtilalun karıncaları"ndan olan ve içine
düştüğü çıkmazdan memleketi kurtarınca kendisinin de kurtulacağını uman,
yüzbaşı Demir, 28 Nisan 1960 olaylarında İstanbul'da üniversiteyi kuşatan birliktedir,
sıkıyönetim karargahında nöbetçi subayıdır, 27 Mayıs 1960 devriminden sonra da,
düşük iktidar Demokrat Parti ileri gelenlerinin yargılandığı Yassı Ada davaları
sırasında İrtibat Bürosu'nda görevlidir; 30 Ağustos 1960'da binbaşılığa
yükselir, şu var ki 1950-1960 ve sonrası, on yılı aşkın bir süre içinde
hayatını dolduran savaş ve toplum olayları, bireysel aşklar, hırslı sevişmeler,
Demir Çukurcalı'nın içini kemiren yarayı iyi edememiştir.
Dersaadet'te Sabah Ezanları
(1981)
'O Karanlıkta Biz' (1988)
Fena Halde Leman (1980)
Haco Hanim Vay (1984)
Olaylar, yüzyılın başlarında,
Kurtuluş Savaşı'nın başladığı sıralarda Şam'da ve İzmir'de geçer. Feridun Hakkı
askeri doktor olarak Şam'da görevlidir. Küçük yaşta anne ve babasını
kaybetmesiyle kendisine sahip çıkan amcasının kızıyla mutsuz bir evlilik
yapmıştır. Bu evlilikten Nevnihal adında bir kızı vardır. Ailesini İzmir'de
bırakıp görev için geldiği Şam'da, buradaki Osmanlı yetkililerle ve yerli
halktan kişilerle ilişkileri anlatılır. Bu dönemde, evliliğinin getirdiği
mutsuzluğu Feridun Hakkı, Arşaluys adında bir ermeni kızıyla yaşadığı
birliktelikte bulmaya çalışır. Bir süre sonra, Osmanlı defterdarı Emrullah Raci
Bey'in üç refikasından en genci olan Haco Hanım'a platonik bir aşkla tutulur.
Osmanlının Şam'ı kaybetmesiyle birlikte İzmir'e geri dönmek zorunda kalır;
kendi muayenehanesini açar. İşgal kuvvetlerinin İzmir ve bölgesindeki
ağırlığının arttığı dönemlerdir; bir yandan ülkenin geleceği ile ilgili
kaygılar artarken, bir yandan da İzmir'e geri dönen Haco Hanım'ın aşkına
karşılık vermesiyle Feridun Hakkı'nın da hayatı değişmeye başlar. Romanın son
bölümünde, Feridun Hakkı ile ilişkiye giremeyen Haco Hanım'ın hikayesi kendi
ağzından aktarılır. Defterdar Emrullah Raci Bey'in aksine ilk zevcesi Müzeyyen
Hanım'ın Haco'yu kendisine ayırması ve İzmir'deki 'zurefa' çevresine
sokmasıyla, Haco'nun cinsel kimliğinin oluşması çarpıcı bir dille okuyucuya
aktarılır. (Romanda dönemin tarihi olaylarının incelenmesinin yanısıra
İzmir'deki sıradan halkın yaşamından da kesitler başarıyla verilmektedir.)
Çeviri Romanları
Kanton'da İsyan /Andre
Malraux /Roman
Umut /Andre Malraux /Roman
Basel'inÇanları /Louis
Aragon /Roman
DENEME VE ANI
Abbas Yolcu (gezi notları)
(1957)
yola bir düşüldü mü ömür
boyunca gidilir
ekmeğin ve şarabın peşinden,
turnaların peşinde nbüyük
şehirler büyük aşklar çığlık çığlığa terk edilir
Abbas Yolcu, ilk eserlerini
okumamış okurlar için bambaşka bir Attila İlhan çıkarıyor insanın karşısına,
şaşırıyorsunuz... İlk baskısı 1957 yılında yapılan kitap, ikinci baskısıyla
okuyuculara ancak 1996 sonunda ulaşabildi. 1940'lar ile 60'lar arasında yazar,
yaptığı çeşitli seyahatleri kimi zaman içlenmelerle, kimi zamansa gezi
notlarında adı geçen Sağdıç'la, Mırç'la ve çoğu zaman (Abbas ya da Kaptan
adıyla) kendi kendisiyle söyleşircesine kaleme almış. Kitabın önsözünde Attila
İlhan bizleri şaşırtan yazım dilini gençliğindeki üslup arayışına bağlıyor ve
bakın bunu nasıl değerlendiriyor: "Abbas Yolcu metinleri, şairin yeni
bir Türkçe nesir üslubu çıkarma teşebbüsüdür; ilk romanlarına da -özellikle
'Zenciler Birbirine Benzemez'e- sıçrayacak olan bu çalışma, 40'lı yıllarda
epeyce taraftar bulacak; 60'lı yıllardan itibaren, artık bilinen ve imzasız da
tanınabilen Attila İlhan üslubunu oluşturacaktır."
Yer yer şiirsel bir dile dönüşen
Abbas Yolcu 'Siftah, Sıla, Yadel ve Son Kesti' bölüm başlıklarıyla toplam 25
ayrı metinden oluşuyor. Hemen her kitabında olduğu gibi Abbas Yolcu'da da
'Meraklısı İçin Notlar' kitabın en sonunda yer alıyor ve okuyucuya ayrıntılı
bilgiler veriyor.
Yazar, 40'ların başında toy bir
delikanlıyken Adana - İstanbul arasında yaptığı ilk büyük seyahatini kaleme
alarak başlıyor kitaba. O dönemdeki seyahatlerin zorluğu, bir delikanlının
coşkulu heyecanıyla okuyucuyu alıp sürüklüyor. Sonraki bölümlerde İstanbul'dan
Bursa ve Balıkesir'e kalın kış günlerinde yapılan maceralı bir yolculuk;
Akşehir, Afyon yolculukları; Mersin gemisi ile İskenderun'a gidiş, aynı şiirsel
üslupla dile getirilmiş.
'Yadel' bölümündeki metinler
Attila İlhan'ın ilk yurtdışına çıkışı, Akdeniz yolculuğunu anlatır. Sanki
şiirlerinde geçen Marsilya, limanlar, dok işçileri ve bir dolu öğe Ankara
Vapuru'nun küpeştesine dayanmış genç bir şairin izlenimlerini zihinlerimizde
yer eden şiirlerine dönüştüren tanıklarıdır. Yaşamında büyük etkiler bırakan
Paris, oradaki zenci, beyaz, Afrikalı, Fransız, Türk arkadaşları, kimi aşkları
şiirsel bir dille bu bölümde yerlerini alır. Sonunda Afrika macerasına atılma
düşü Türkiye'ye geri dönme gerçeğine dönüşür. Bu düş, yazara 'kaptan' takma
adını yadigar bırakacaktır.
Kitabın sonundaki uyarı bölümünde
yazar, Abbas Yolcu'nun Zenciler Birbirine Benzemez adlı romanıyla beraber
okunmasını salık veriyor. Romandaki karakterler (Ömer Haybo, Kamarot Hasan,
Mehmet-Ali gibi) Abbas Yolcu'da adı geçen gerçek kişilerle içiçe giriyor; aynı
dönemlerde yazılmış şiirler ise 'Sisler Bulvarı' ve 'Yağmur Kaçağı'
kitaplarında, yazarın yolculuklarında tanık olduğumuz olaylara ve kişilere
göndermelerde bulunuyor.
Yanlış Kadınlar Yanlış
Erkekler (1985)
Anilar ve Acilar
-
1.Hangi Sol (1970)
-
2.Hangi Batı (1972)
Attila İlhan yapıtın bütünü
içinde Tanzimat'tan başlayarak geliştirilen Batı hayranlığının giderek bize
kendi değerlerimizi unutturduğunu, bunun sonunda da özgün bir bileşimden yoksun
çeşitli gelişmelerin gerçekleştiğini vurguluyor. Buna karşın kendi
geçmişimizden ve kendimize özgü kültür değerlerimizden yararlanarak çeşitli
nedenlerle ve komplekslere kapılarak Batı'dan aktardığımız olguları
aşabileceğimizi savunuyor. Bu düşüncesini özellikle kitabın arkasına da alınmış
şu cümleleriyle açıklıyor: "Lisede Sophokles okuduk Klasik Türk
musikisine sövmeyi, Divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık devletin
yayınladığı kötü çevrilmiş Batı klasiklerine körü körüne hayranlık göstermeyi
öğrendik. Sanki Sinan Leonardo'dan önemsiz, Mevlana Dante'den küçüktü, Itri ise
Bach'ın eline su dökemezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi
elimizle boynumuza geçiriyorduk, ulusal bileşim arama yerine hazır bileşimler
aktarmak hastalığımız tepmişti."
Attila İlhan bu doğrultuda
yürünerek ulaşılan noktayı Batılılaşmak olarak almıyor, daha sonra da Batı'nın
bugün ulaşmış bulunduğu noktayı beğenilecek bir yer olarak görmüyor. Bu
nedenlerden ötürü de Batılılaşma hareketini "Türkiye'de emperyalizmin
görülmesiyle ortaya çıkmış müthiş bir aldatmacadır. Nasıl Tanzimat gerçekte bir
çökertme hareketi olduğu halde kurtuluş gibi gösterilmişse, batılılaşma da
tanzimat esprisinin olmazsa olmaz bir öğesi olduğu halde ikinci koşulu olarak
ileri sürülmüştür."diyerek açıklıyor. Bunun nedenleri arasında da
ülkenin sanayileşme aşamasında takılıp kalmasını gösteriyor. Buna karşın
Mustafa Kemal Atatürk'ün eylemini Tanzimat'tan bu yana gelen alışılmış çizgiyi
bozan tek eylem olarak tanımlıyor. Fakat daha sonra bürokrasinin bu düşünce
yapısını da gerçek içeriğinden soyutladığını belirtiyor. (YANKI, 7/6/1982)
-
3.Hangi Seks (1976)
'Hangi Seks', Attilâ İlhan'ın
tadına doyulmaz üslubuyla cinsellik diyalektiğini edebiyat, sanat ve bilim
dünyasından örneklerle ve yazarın Paris'teki izdüşümleriyle irdelemeye
çalıştığı bir eser. Yazar, kitabı kaleme alış nedenini 'çağını, çağının
insanını anlamak çabası' olarak nitelendiriyor.
Kitapta eşcinsellik,
biseksüellik, transseksüellik ve sado-mazoşizm gibi kavramlar Nietzche'den Paul
Rée'ye; Renée Vivien 'den Barnie'ye, Gertrude Stein'e, Virginia Wolf'a kadar
uzanan ve iki cins arasında gidip gelen bir çizgi üzerinde işleniyor.
Erkek/kadın ve Kadın/erkek
bölümleri altında toplanan toplam 22 ayrı yazının biraraya gelmesinden oluşan
kitapta cinsel kimlik tanımının uğradığı değişimler aktarılıyor.
-
4.Hangi Sağ (1980)
-
5.Hangi Atatürk (1981)
-
6.Hangi Edebiyat (1993)
-
7.Hangi Laiklik (1995)
Atilla İlhan' in Defteri
-
1.Faşizmin
Ayak Sesleri (1975)
-
2.Batı'nın Deli Gömleği (1981)
Attila İlhan'ın 29. kitabı. Yazar
bu kitabının önsözünde "Arada durup geriye bakmak" amacıyla bu kitabı
yayınladığını açıklamakta. Türkiye'nin seyir defteridir Attila İlhan'ın
yazdıkları. 1981 yılında kaleme aldığı, 12 Eylül öncesi dönemi yansıtan ve 15
Mayıs 1977 ile 10 Temmuz 1979 tarihleri arasındaki yazıları yer alır bu
kitapta.
Attila İlhan, 1970/80 arası
dönemin belirleyici olayı olarak Kıbrıs çıkartmasını gördüğünü söylüyor.
Batı'nın bu harekat üzerine "gerçek yüzünü gösterdiğini ve Türkiye'yi
denetim altına almak için çalıştığını" belirtiyor. Bunun için de "dışta
ekonomik ve askeri olmak üzere ikili bir ambargodan, içte de yükselen bir
anarşiden yararlandığını" söylüyor. Söz konusu yılları da bu olayların
yükseliş kaydettiği yıllar olduğu için seçtiğini ayrıca saptıyor. Ne var ki
yapıtta anarşi üzerinde pek durulmadığını daha çok "deli gömleği'nin
ekonomik düğümü üzerinde" durulduğunu önsözde aktarıyor.
Bu doğrultuda yazılmış yazılarda
Attila İlhan Batı'nın "sisteme dahil ettiği ülkeleri ekonomik yönden
nasıl denetlediğini gösterebilmek için" şu yolu seçmiş: " bir kere
Osmanlı'nın batmasına 'müncer' olan geçen yüzyılın son çeyreğine ilişkin
tarihsel olayları yansıtmaya çabalıyorum; ikincisi Batı'yla bu tür ilişkilere
girmiş çağdaş ülkelerin çağdaş durumlarını yansıtmaya çalışıyorum, üçüncüsü,
bazıları tarihten, bazıları coğrafyadan alınan bu örneklerle tartışarak,
ülkemizle ilgili sorunları çözümlemeye çabalıyorum."
Kitabın son bölümündeki
"meraklısı için ekler" bölümünde Amerika'da dar bir yönetim ve iş
çevresine gönderilen "Executive Intelligence Review" adlı derginin
"Hizmete Özel" gizli raporunu aynen açıklıyor. Bu raporun giriş
cümlesi ise şöyle : "Türkiye Maliye Bakanı Yılmaz Ergenekon geçen hafta
Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ndan emir almak üzere
Washington'a geldi." Kitapta çeşitli ara başlıklarla 149 yazıya yer
veriliyor.
-
3.Gerçekçilik Savaşı (1980)
-
4.Sağım Solum Sobe (1985)
-
5.Ulusal Kültür Savaşı (1986)
-
6.Aydınlar Savaşı (1991)
-
7.Kadınlar Savaşı (1992)
-
8.'İkinci Yeni' Savaşı (1983)
-
9.Sosyalizm Asıl Şimdi (1991)
SENARYOLARI
Yeşilçam Dönemi
Attila İlhan'ın bu dönemde
yazdığı senaryolar yönetmenler tarafından tam anlamıyla filme alınmamış,
yazarın deyimiyle senaryolara %30-40 düzeyinde sadık kalınmıştır. Belki de bu
nedenle yazar, senaryolarını Ali Kaptanoğlu takma adıyla kaleme almış ve bir
süre sonra Yeşilçam'dan kopmuştur.
Film Senaryoları :
-
Ver Elini İstanbul
-
Rıfat Diye Biri
-
Yalnızlar Rıhtımı
-
Şoför Nebahat
-
Devlerin Öfkesi
Yakın Dönem - TV Dizileri
Yazarın bu döneme ait eserleri
1980'li ve 90'lı yılların insanlarına ayna tutan, içinde bulundukları yılların
sorunlarını ve toplum yapısını irdeleyen özellikler taşımaktadır.
Türk sinemasındaki klişeleşmiş
karakterlerden uzak kahramanlarıyla TV izleyicilerini kolaylıkla yakalayıp
sürükleyen bu diziler için bakın Attila İlhan ne diyor:
" TV dizisinin kendine
göre bir senaryo anlayışı olmalıdır. Bizim yapmaya çalıştığımız bu. Montaj
ritmi yok. Mekan yerli, kadro bildiğimiz Yeşilçam kadrosu. Ama ortaya çıkan
film yerli değil, yani bildiğimiz klasik Türk filmlerinden değil. Zaten bizdeki
dizilerin başarısızlıkları bence senaryodan kaynaklanıyor. En büyük
zaaflarımızdan biri de bir hareketi veya ifadeyi göstermekle yetinilmemesi.
İlle de hem ses, hem mimiklerle ifade aranıyor."
TV Filmi :
-
Paranın Kiri (1979)
Televizyonda ilk kez batılı bir
anlayış içerisinde temposu yüksek bir dizinin pilot film olarak hazırlandı
Paranın Kiri. Kamuoyu tarafından ilgi ile karşılanması üzerine 1982 yılında
sekiz sütuna manşet adıyla 6 bölümlük TV dizisi olarak devam etti.
Paranın Kiri'nin romandan uyarlama olmadığını, televizyon için özel yazdığını belirten Attila İlhan bu film için şunları söylüyor:
" Batılı TV yazarlarının yaptığı gibi, benim Yaraya Tuz Basmak romanındaki gazeteci Ümid Ersoy tipini aldım, geliştirdim, yeni bir olayın içine soktum. Bu tip aslında Kurtlar Sofrası adlı romandan gelir. Ama o romanda Ümid henüz gazeteci değildir. Gazeteciliğe Yaraya Tuz Basmak adlı romanda başlar. Demek ki, Paranın Kiri dayansa dayansa Yaraya Tuz Basmak romanına dayanır, daha doğrusu oradaki bir gazeteye ve tipe." (Cumhuriyet, 27/8/1979)
Paranın Kiri'nin romandan uyarlama olmadığını, televizyon için özel yazdığını belirten Attila İlhan bu film için şunları söylüyor:
" Batılı TV yazarlarının yaptığı gibi, benim Yaraya Tuz Basmak romanındaki gazeteci Ümid Ersoy tipini aldım, geliştirdim, yeni bir olayın içine soktum. Bu tip aslında Kurtlar Sofrası adlı romandan gelir. Ama o romanda Ümid henüz gazeteci değildir. Gazeteciliğe Yaraya Tuz Basmak adlı romanda başlar. Demek ki, Paranın Kiri dayansa dayansa Yaraya Tuz Basmak romanına dayanır, daha doğrusu oradaki bir gazeteye ve tipe." (Cumhuriyet, 27/8/1979)
Filmin Konusu :
Almanya'daki işçilerimiz
tasarruflarını yurt içinde değerlendirmek isterler. Bir üretim kooperatifi
kurup, Türkiye'de tarım ilaçları hammaddesi üretecek bir fabrika kurma
girmişine kalkışmışlardır. Yabancı lisanslı bir imalat firması, bu girişimi
çeşitli kademelerde baltalar. İşçileri temsilen mühendis Rafet, Birlik
Gazetesi'nden Ümid'e başvurur. Gazetenin sahibi Hüsnü Faik Bey işçilerin
girişiminin desteklenmesinden yanadır.
Yabancı firmanın temsilcisi olarak
ortada aynı zamanda avukat olan bir işkadını gözükmektedir. Bu kadın büyük bir
holdingin başındaki, kendinden küçük ve uçarı bir işadamını sevmektedir. Bu
işadamı, onu tarım ilaçları işinde kullandığı gibi, başka karanlık işlerine de
alet etmektedir. Aslında tam uçarı olduğu için, şarkıcı Gülay'ı elde eder ve
gittikçe işe karışan gazeteci Ümid'i de ele geçirmeye çalışır. Gazeteci Ümid,
Ağır Suç Masası başkomiserlerinden Ali Rıza'nın yardımıyla bu işin içinden
çıkmaya çalışmaktadır.
TV Dizileri :
-
Sekiz Sütuna Manşet (1982)
Attila İlhan'ın özgün
senaryosundan yola çıkılarak hazırlanan sekiz sütuna manşet adlı TV dizisi
yayınlandığı dönemde Türk sinemasına bazı yenilikleri de getiriyordu. Amaç,
hareketli bir seyirci olan (bir şeyler yiyen, içen, konuşan) televizyon
izleyicisinin tüm ilgisini ekrana çekmekti. Neydi bu özellikler?
Yerli olarak üretilen ilk gerçek
televizyon dizisi. İlk kez bu filmde ana oyuncuları değişmeden her bölümde ayrı
bir olay işleniyor. "Dizi film" adı altında yayınlanan diğer filmlerde
ise bölümlere ayrılmakla beraber aynı konu işlenmekteydi.
Bazı batı kuralları ilk kez bu dizide uygulandı. Batı dizilerinde her 90 saniye veya 2 dakika içinde ya yeni bir olay veya yeni bir sahne getirilmekteydi. "90 saniye kuralı" adı verilen bu kural sekiz sütuna manşet'te de uygulandı. Filmin dış dinamiğini sağlayan bu yenilikle Türk seyircisinin filmi sıkılmadan izlemesi ve ekran başından ayrılmaması hedeflendi.
Bir kent filmi. Özellikle yayınlandığı dönemde genellikle köy ve kasabaların küçük insanlarının konu olarak işlendiği diğer bazı film ve dizilerin aksine, sekiz sütuna manşet'te kent yaşamı verilmeye çalışıldı.
Bazı batı kuralları ilk kez bu dizide uygulandı. Batı dizilerinde her 90 saniye veya 2 dakika içinde ya yeni bir olay veya yeni bir sahne getirilmekteydi. "90 saniye kuralı" adı verilen bu kural sekiz sütuna manşet'te de uygulandı. Filmin dış dinamiğini sağlayan bu yenilikle Türk seyircisinin filmi sıkılmadan izlemesi ve ekran başından ayrılmaması hedeflendi.
Bir kent filmi. Özellikle yayınlandığı dönemde genellikle köy ve kasabaların küçük insanlarının konu olarak işlendiği diğer bazı film ve dizilerin aksine, sekiz sütuna manşet'te kent yaşamı verilmeye çalışıldı.
Altı bölümlük dizide üç hikaye
yer alıyor. İlk bölüm Kefenin Cebi'nde ilaç karaborsası konu ediliyor. İkinci
bölüm, Köstebeğin Gözleri. Bu bölüm mafyayı işliyor. İpin İnceldiği Yer adını
taşıyan son bölümde ise, Türkiye'de pazar ele geçirebilmek için birbirleriyle
mücadele eden iki uluslararası şirket ele alınıyor.
-
Kartallar Yüksek Uçar (1983)
50 dakika süreli 12 bölümlük
dizi, renkli olarak çekildi. Yayınlandığı dönemde geniş oyuncu kadrosu ve titiz
hazırlanımıyla 3 ay boyunca televizyon izleyicilerini ekran başına topladı.
Uzun bir aradan sonra kamera karşısına geçen Sadri Alışık ve Selda Alkor
oyunlarıyla büyük takdir topladılar.
Dizinin çekimleri İzmir,
Turgutlu, Foça, Kuşadası, Çeşme ve İstanbul'da gerçekleştirildi ve çekimler 7
ay sürdü.
Konusu:
İlk yıllarından itibaren cumhuriyetin gelişiminin temel alındığı dizi konusu iki ailenin çatışmasını işliyor. İki aileden birisi olan Banazlar kentte (İzmir) ticaretle uğraşan zengin bir ailedir. İkinci aile, Hanımağa grubu ise kasabalı (Turgutlu) ve "kasaba zenginliği"nden sermaye birikimiyle birlikte "kentli zenginliğe" geçişi sergiler. İki aile arasındaki ekonomik çatışma kültürel alana, ilişkiler düzeyine de yansır; bu çatışmalar çerçevesinde de Türkiye'nin ekonomik ve kültürel alanda bugünlere gelişi sergilenir. Bu iki aile hem birbirleriyle kapışırlar, hem ikisi de sürekli büyür ve gelişirler. Ailelerden biri önce nakliyeci, sonra ambalajcı, ithalatçı ve sonunda da bir holding olur. Öteki aile mafya ile işbirliği yapar, gazino çevresiyle zenginleşip işi silah kaçakçılığına kadar götürür. Bütün bu olaylar içerisinde önplanda insanların sorunları, aşkları, öfkeleri, kinleri işlenir.
İlk yıllarından itibaren cumhuriyetin gelişiminin temel alındığı dizi konusu iki ailenin çatışmasını işliyor. İki aileden birisi olan Banazlar kentte (İzmir) ticaretle uğraşan zengin bir ailedir. İkinci aile, Hanımağa grubu ise kasabalı (Turgutlu) ve "kasaba zenginliği"nden sermaye birikimiyle birlikte "kentli zenginliğe" geçişi sergiler. İki aile arasındaki ekonomik çatışma kültürel alana, ilişkiler düzeyine de yansır; bu çatışmalar çerçevesinde de Türkiye'nin ekonomik ve kültürel alanda bugünlere gelişi sergilenir. Bu iki aile hem birbirleriyle kapışırlar, hem ikisi de sürekli büyür ve gelişirler. Ailelerden biri önce nakliyeci, sonra ambalajcı, ithalatçı ve sonunda da bir holding olur. Öteki aile mafya ile işbirliği yapar, gazino çevresiyle zenginleşip işi silah kaçakçılığına kadar götürür. Bütün bu olaylar içerisinde önplanda insanların sorunları, aşkları, öfkeleri, kinleri işlenir.
Attila İlhan, senaryoda Hanımağa
grubunun taşralı olması nedeniyle Doğu'yu, Banazlı'larınsa kentli oluşlarından
gelen "bakışları ve ilişkileri ile" Batı'yı simgelediklerini
belirtmektedir.
-
Yarın Artık Bugündür (1986)
-
Yıldızlar Gece Büyür (1992)
-
Teleflaş
KULLANDIĞI TEMALAR
Attilâ İlhan'ın gerek şiirlerinde
gerekse roman, deneme ve senaryolarında çok farklı temaları ele aldığı görülür.
Aşağıda Attilâ İlhan'ın eserlerinde geçen belli başlı temaları ve bu temalara nasıl yaklaştığını göreceksiniz:
Aşağıda Attilâ İlhan'ın eserlerinde geçen belli başlı temaları ve bu temalara nasıl yaklaştığını göreceksiniz:
-
Aşk
" Aşk suç
ortaklığıdır."
Attila İlhan aşkı bir eğitim
olarak nitelendiriyor. Aşık olmak, cinsellik bunların tümünün öğrenilebilir
şeyler olduğunu savunuyor. Aşkı çok çıplak tarif etmek gerektiğindeyse; cinsel
çekimin yüceltilmesi olarak nitelendiriyor.
-
Atatürk
-
Aydın
-
Edebiyat
-
Gerilim
-
Kadın
-
Laiklik
-
Nostalji
-
Ölüm
-
Özgürlük
-
Cinsellik
" Her insanda kadın ve
erkek hormonları vardır. Bu kiminin dışına vurur, kiminin içinde kalır, başka
bir sahaya yönelir. Ama herkesin içinde böyle çarpıklıklar vardır. Çok kişi
biraz sapık, eşcinsel, kendine hayran vesairedir. "
Attila İlhan
Attila İlhan
İnsanı tanımlarken, onu duygu ve
düşünce yapısıyla olduğu kadar cinselliği ile de ele almak gerektiğini savunur
Attila İlhan. Romanlarının çoğunda karakterlerin cinselliklerine inerek onları
bütün yönleriyle okuyucuya tanıtmaya çalışır. Yaşadıkları olayların içerisinde,
o dağdalı aşklarda hiç mi cinselliğin yeri yoktur? Tabii ki vardır! İşte Attila
İlhan, toplumcu ve gerçekçi bir yazar olarak bu olgunun da altını çizme
gereğini duymuştur. Kurtlar Sofrası 'nda Ümid, Aysel; Sırtlan Payı 'nda Doktor
Sevim, Gülistan Satvet; Yaraya Tuz Basmak 'da Yüzbaşı Demir'i cinsel kimlikleriyle
de karşımızda buluruz. Tüm bu karakterler, yaşadıkları döneme tanıklık ederken,
okuyucuya cinsel hayatın her devirde geçerliğini de gösterirler. Edebiyat
dünyasında şiddetle eleştirilen Leman Korkut, Hayrünisa, Bacaksız Abdi, Haco
Hanım ve Müzeyyen gibi karakterlerin çarpık ilişkileri, sefih hayatları ise
porno gibi değerlendirilmiş ve kimi eleştirmenler tarafından kınanmıştır.
Çevremize baktığımızda, bu tarz yaşamı seçenlerin de kendi gerçekliklerini
yaşadıklarını görüyoruz. Gerçekçi bir yazarın bunları da ele alması
kaçınılmazdır.
" ... cinsel diyalektiğin
gerek insanlar arası, gerekse insan içi çelişme ve gelişmelerini, romana olduğu
kadar şiire de geçirmek, bana ilginç görünmüştür " diyor Attila İlhan.
Şiire ilk başladığı yıllarda, erotik şiirlerininin hemen hepsini 'ayıp' diye
nitelendirip, bir toplumcu olarak 'değersiz' bulduğu için yırtıp attığını
itiraf etmektedir. Daha sonraları yazdığı cinselliği işleyen şiirlerin altında
yatan nedenleri ve saptamaları ise şöyle dile getiriyor : "Bireysel diyalektik
hiç kuşkusuz cinselliği de kapsıyordu, ikisi birden doğasal diyalektiğin
kapsamına giriyorlardı, bütün sorun bu çelişkileri cinsel imgelemin aynasında
somutlaştırmak, kişiselleştirmek, sonra da imgelere dönüştürüp şiire
aktarmaktı." (elde var hüzün, bilgi yayınevi).
Attila İlhan cinselliğin,
aydınları rahatsız eden manâda, kurallara bağlanmasının semavî dinlerin ortaya
çıkmasıyla başladığını savunur. İlk semavî din olan musevilik, bu anlamda en
katı kurallara ve sınırlamalara bağlı olandır. Daha sonra gelen hristiyanlık ve
müslümanlığın da yeni kurallar eklemesinin insanların cinsel hayatına ciddi
kısıtlamalar getirdiğine inanır. Toplumumuzda, sanıldığının aksine, cinselliğin
çok rahat ele alındığını ancak, bir batı modeli olan çekirdek ailenin yerleşmesiyle
birlikte Batı yasaklarını da devraldığımızı savunur." Türkiye gerçekte bir
takım ahlâki değerler açısından katı olsaydı, herkesin ahlâki kriter ve
davranışlarını çok iyi bildiği bazı sanatçıları baş tacı eder miydi" diye
sormaktan da kendini alamaz!
-
Sosyalizm
-
Tehlike
ŞİİRLERİ
"Şiir, insanların
yaşadıkları anlara, duygularına, onların
içeriklerine isim koyma
sanatıdır."
Attilâ
İlhan
Ulusal Bileşim
Attilâ İlhan şiiri sorgulandığında,
altının ilk çizilmesi gereken şey, 40'lı yıllardan gelen bu şairin nasıl olup
da şiirlerinin her dönemde bu denli popüler olabildiğidir. Bunun yanıtı
'bileşim'dir. Attilâ İlhan şiirleri bileşimlerden oluşur. Aynı zamanda Türk ve
Batılı olmayı başaran estetik bir bileşimdir anlatılmak istenen. Şair, Halk ve
Divan Edebiyatı kaynaklarından yararlanarak çağdaş bir içerik üretmeyi amaçlar
ve bunu "ulusal bileşim" olarak adlandırır. Geçmişi reddetmek yerine
onu eleştirir, irdeler ve sanat tekniğine ilişkin özelliklerden yararlanarak
çağdaş bir zemine oturtur.
Attilâ İlhan, altıncı şiir kitabı
Yasak Sevişmek'le beraber kendi şiir oluşumunun tamamlandığını söylediği özgün
sentezini şöyle tarif ediyor: Batıdan, halk şiirinden, toplumcu şiir
geleneğinden ve divan şiirinden bütün alınmış unsurların bir araya getirilip
bundan özgür bir sentezin çıkarılması. Ulusal bileşim kavramı içerisinde Divan
Edebiyatı ayağını biçimsel tercih olarak ele alırken, kendi imge yapısıyla
aruzun içine aruza rağmen yerleştirdiği görkemli sesi yakalamaya çalışır ve
kendi şiirini kurmayı dener. Halk şiirinin etkilerini de yitirmeksizin,
yüceltilmiş bir estetiğin malzemesinin folklordan alınabileceğinin altını çizer
ve bu sentezde içeriğin çağdaş olmasının en önemli gereklilik olduğuna işaret
eder.
Şiirlerinde imge ön plandadır.
İmge sistemini, ozanın nesnel gerçeği öznel merceğinden geçirip kelimelere
aktarış biçimi olarak tanımlar. Ona göre imge, mısra birimiyle birlikte
somutlaşmış olarak şiirin özüdür.
Attilâ İlhan şiirlerinin çarpıcı
ve kalıcı olmasını sağlayan öğe, hem tek tek dizelerde bir şeyin anlatılması,
hem de şiirin bütününde başka bir anlama ulaşılmasıdır. Şiirlerinde sürekli
olarak bir yenilik peşinde koşarken, varolanın üzerine eklemeler yaparak Attilâ
İlhan şiirinin bütünlüğünden uzaklaşmaz.
Çağdaş Sosyal Şair
Estetik ve sosyal sentezini bir
bütün olarak yapabilenleri çağdaş sosyal şair olarak gören Attilâ İlhan,
içeriğin hangi sanat yoluyla açıklanması gerekiyorsa onun kullanılması
gerekliliğini belirtir. Fikir sentezi ve estetik sentezi tamamsa hepsinde bir
ortalama tutturmak mümkündür.
Zeka ve Şiir
Bilginin şiirdeki rolüne çok önem
veren Attilâ İlhan, zekayla şiir yazmanın bilgi sahibi olup da o şiiri kendi
hassasiyetiyle yazmaktan çok farklı olduğunu gözlemler. Zekayla şiir yazılmaz,
yazılırsa şiir olmaz. Duyguya gerek vardır. Şiir bir "vergi"dir.
Yeni Nesil Şairler
Yeni şairlerin kitaplarının çok
satmamasını birkaç nedene bağlıyor İlhan; yeni şairlerin çoğunun dili
anlaşılmıyor, söyleyecekleri yeni bir şey yok, birinin şiirini ötekinin diye
yutturmak mümkün. İnsanların yaşadıklarına, duygularına , onların içeriklerine
isim koyma sanatıysa şiir, tabii ki anlaşılır olmalıdır, halkın dili olmalıdır.
Halkın karşısına post modern diye olmadık bir Amerikalının tarzında, çeviri
gibi bir şiir koyarsan onda hiçbir şeyi tanımaz.
-
Duvar (1948)
Bütün Şiirleri : 1
Duvar, Attila İlhan'ın yayınlanın
ilk şiir kitabı (1948). İlk yayınını kendi imkanlarıyla gerçekleştiren şairin
bu kitabına daha sonraki basımlarında ilaveler olmuş, ilk basımında yer almayan
bazı aşk şiirleri ve destanlar sonraki basımlarda kitaba eklenmiştir.
Kitabın önsözü 'başlangıçta daima
şairler vardı' başlığını taşıyor. Duvar'ın hangi ortamda yazıldığını bu önsözde
açıklayan Attila İlhan kitaptaki şiirlerini şöyle tanımlıyor :
"Duvar'daki şiirler, belki harbi etiyle kemiğiyle yaşamamış; ama gazete,
radyo ve sinema yoluyla bir yandan; fırında kaybolan ekmek, seferber edilmiş
ordu, pasif korunma ve karartmalar yoluyla öbür yandan; onun sertliğini ve
hainliğini 'etinde duymuş' bir harp delikanlısının şiirleri."
Duvar'daki şiirlerin yazıldığı
dönemde dünya savaşın sıkıntılarını yaşarken, Türkiye'de aydının özel konumuna
da değiniyor Attila İlhan: "Duvar şiirleri, tek parti diktasının, en
faşizan baskılara başvurduğu yıllardan savrulup geliyor: Sıkıyönetimden, askeri
mahkeme sanıklığından, Sansaryan Hanı'ndaki dar hücrelerden geliyor."
Duvar, 194 sayfaya yayılmış 7
bölüm içinde işlenmiş toplam 54 şiirden oluşuyor. Kitabın sonunda, yine
okuyucuları içerik konusunda aydınlatan "Meraklısı İçin Notlar"
bölümü yer almakta.
-
Sisler Bulvarı(1954)
Bütün Şiirleri : 2
Sisler Bulvarı, 40 karanlığı
sonrasında Attilâ İlhan'ın 'dolaylı' devrimci söyleyişi sürdürdüğü toplumcu
şiirlerini kapsar. Asım Bezirci bu kitabı şöyle değerlendiriyor: " ...
Attilâ İlhan, Sisler Bulvarı'ndaki şiirlerle Türk şiir tarihinde 'kendine özgü'
bir çizgi çeker. Bu çizgi öylesine yeni ve güçlüdür ki bir çok şairi peşinden
sürükler."
'Yolculuk temasının ve başka
yerlere, başka bir dünyayı görmeye gitme özleminin işlendiği ' başka yerde
olmak ' kitabın ilk bölümü. İkinci bölüm 'kaptan' da şairin yaşadığı şehirlerin
verdiği esinle yazılmış şiirler yer alıyor.
İkinci dünya savaşının etkisinin görüldüğü şiirler 'yeraltı ordusu' adını taşıyan bölümde yer alırken,1948-50 arasında yazılmış, memleket gerçekleri ve sorunlarını işleyen şiirler 'bursa'dan yaylımateş ' bölümü altında toplanmış. Son bölüm 'barakmuslu mezarlığı' ndaki şiirler, ağırlıklı olarak Anadolu insanının işlendiği şiirlerdir.
İkinci dünya savaşının etkisinin görüldüğü şiirler 'yeraltı ordusu' adını taşıyan bölümde yer alırken,1948-50 arasında yazılmış, memleket gerçekleri ve sorunlarını işleyen şiirler 'bursa'dan yaylımateş ' bölümü altında toplanmış. Son bölüm 'barakmuslu mezarlığı' ndaki şiirler, ağırlıklı olarak Anadolu insanının işlendiği şiirlerdir.
-
Yağmur Kaçağı(1955)
Bütün Şiirleri : 3
Yağmur Kaçağı, Attilâ İlhan'ın
edebiyat dünyasına yeni, gürültülü, imge krallığı üzerine kurulu gerçekçi ve
toplumcu bir söylemi tanıttığı şiirlerden oluşuyor. Attilâ İlhan, Sisler
Bulvarı'nda olduğu gibi bu kitapta da okurun, belirli bir dönemin, ellili
yıllardaki soğuk savaşın, insanlıkdışı siyasal baskının, atom savaşı
tehlikesinin ve bunların bunalttığı insanın, toplumsal ve kişisel özelliklerini
bulduğunu ve sevdiğini belirtiyor.
'Fabrika durağı', 'Bulvardia' ve
'Acı ninni' bölüm başlıkları altında toplam 42 şiirin yer aldığı kitapta ilk
bölüm aşk şiirlerini içerir.
İkinci bölümde imge yerine
deyişlerin ön plana çıktığı şiirler Türkçe'deki tekerleme tekniğiyle beraber
okuyucuya sunulmaktadır.
Üçüncü bölüm ' acı ninni 'de ise
tekrarların önemli rol oynadığı yine tekerleme ağzına yakın şiirler toplumcu
bir yaklaşımla şiirseverlere ulaşıyor.
-
Ben Sana Mecburum(1960)
Bütün Şiirleri : 4
'Ben Sana Mecburum' beş bölümde
toplanmış 53 şiirden oluşuyor. İlk iki bölümde 'soğuk savaş'ın ve sosyalizm
düşmanlığının yarattığı gerilim şiirlerde ana tema olarak görülür. İlk
bölümdeki ('askıda yaşamak') serüven tutkusu şairin yanlış bir
hayalperestliğinin sonucu olarak değil, toplumculuk uğraşının kişisel
yaşantısını temelinden etkileyen bir serüvene dönüşmesindendir. Hem şairin
katıldığı eylemler (Nazım Hikmet'i kurtarma çalışmaları gibi) hem de 'soğuk
savaş'ın ve sosyalizm düşmanlığı histerisinin ağır bastığı bir dönemde herşeyi
adlı adınca yazmak mümkün değildi. Kitabın ikinci bölümü olan 'tension a smyrne'
de aynı gerilimi işleyen İzmir'de yazılmış şiirlerdir.<BR
Üçüncü bölüm 'memleket havası'
şiirlerinde, halk şiiri hissedilirken kırık mısralı serbest vezne dönüşlerin
görüldüğü anadolu teması işlenir.
Aşk şiirleriyle her zaman dikkat
çeken Attila İlhan, bu kitapta aşk şiirlerini 'imkansız aşk' bölümünde
toplamış. Kendisi, yazdığı aşk şiirlerinin neden halk tarafından bu kadar
sevildiğini bakın şöyle anlatıyor:
"... benim şiirlerimde aşk bir kere çağdaş insanın içinde kıvrandığı gerilimle birlikte verilmektedir, bu onları etkiliyor, bir; ayrıca soyut olarak değil gündelik bir yaşantı içinde, üstelik bir büyük şehir yaşantısı içinde verilmektedir. Bu da özdeşleşmelerini kolaylaştırıyor, iki. Bir bakıma birkaç kuşağın gençleri bu şiirlerde büyük şehirlerin dağdağalı yaşantısı arasında yaşadıkları, yaşamaya özendikleri sevdaları bulmuşlardır. Bu yüzden de sevmişlerdir bu şiirleri."
"... benim şiirlerimde aşk bir kere çağdaş insanın içinde kıvrandığı gerilimle birlikte verilmektedir, bu onları etkiliyor, bir; ayrıca soyut olarak değil gündelik bir yaşantı içinde, üstelik bir büyük şehir yaşantısı içinde verilmektedir. Bu da özdeşleşmelerini kolaylaştırıyor, iki. Bir bakıma birkaç kuşağın gençleri bu şiirlerde büyük şehirlerin dağdağalı yaşantısı arasında yaşadıkları, yaşamaya özendikleri sevdaları bulmuşlardır. Bu yüzden de sevmişlerdir bu şiirleri."
Yayınladığı dönem dikkate
alındığında bir başkaldırı, bir kabadayılık tavrı taşıyar siyasal özgürlük
şiirleri ise kitabın sonundaki 'cehennem dairesi' bölümünde toplanmıştır.
-
Bela Çiçeği(1961)
Bütün Şiirleri : 5
Belâ Çiçeği, Ben Sana Mecburum
'la içten organik bağlantısı olan bir kitap. Şair, bu kitabın en önemli
yanının, 1950'li yıllar boyunca sürdürdüğü bir şiirin son örneklerini içermesi
olduğu kadar, 1960'lar ve 70'ler boyunca sürdüreceği başka bir şiirin ilk
örneklerini de taşımasından ileri geldiğini söylüyor.
Kitap, üç ayrı bölüm altında
toplanmış toplam 33 şiirden oluşuyor. İlk bölüm adını kitaba da veriyor aynı
zamanda; bela çiçeği. Savaş ertesi yıllarının gerilimi ile Türkiye'deki siyasi
baskı ve soğuk savaş umutsuzluğunu işleyen şiirlerin yanısıra imkansız aşk
temasının da şairin çarpıcı üslubuyla işlediği şiirler bu bölümde yer alır.
Cinnet çarşısı kitabın ikinci bölümünün
adı. Bu bölüm, çoklukla Beyoğlu boheminin etkisiyle yazılan yoğun heyecan,
cinsellik ve özellikle kadın eşcinselliği temalarının işlendiği şiirlerden
oluşmaktadır. Bölüme adını veren ve beş şiirden oluşan cinnet çarşısı şiirinin
başındaki ve sonundaki şiirler mensur olarak kaleme alınmıştır. Şairin pek
kullanmadığı -hattâ sevmediği- bir tarz olan mensur şiir (düzyazı ile yazılan
şiir) on yıllık bir yaşantı kesitini aktarmak için seçilmiş. Şiirde gerçek
hayatın dışında kalmak sorunu, mekansız kurt hayatı, yalnızlık, içki, şehvet
üçgeni ele alınmış ve şiirsel bir açıdan irdelenmiştir.
Üçüncü bölüm mahûr sevişmek ,
Türk musikisinin etkisiyle yazılmış, özellikle 'incesaz'ın bıraktığı
yansımanın, imge ve deyiş olarak somutlaştığı şiirleri karşımıza çıkarmaktadır.
Hiç kuşkusuz, Divan şiiri ve yakın geçmişle ilintili olayların Attilâ İlhan'ın
ulusal tarih ve kültür bilincine kavuşmasında ve bir senteze ulaşmasında etkisi
büyük olmuştur. Kitabın bu son bölümünde yer alan emirgân'da çay saati, mahûr
sevişmek gibi şiirlerde bu etkiler görülmektedir. Öte yandan, yakın geçmişteki
özgürlükçü eylemlerin bıraktığı yansımalar, kimi zaman 27 mayıs olaylarına
neden olan yığınsal eylemlere (yarının başlangıcı), kimi zaman da iyice
gerilere Kafkaslar'daki Türklere kadar uzanmış (hacı murad'ın ölümü), Attilâ
İlhan'ın ulusal sentezi bulma yolundaki edebi çalışmalarına birer örnek
oluşturmuştur.
-
Yasak Sevişmek (1968)
Bütün Şiirleri : 6
Yasak Sevişmek Attilâ İlhan'ın
1962/65 yılları arasında kaldığı son Paris yolculuğunun öncesini ve sonrasını
kapsayan bir dönemin şiirlerinden oluşuyor. Kitaptaki şiirler batı ve doğu
çelişkisinin bir bileşimi olarak okuyucunun karşısına çıkıyor.
Dört ana grupta toplanan
şiirlerin ilk bölümü 'biraz paris'. Bu bölümde yer alan şiirlerini Attilâ İlhan
şöyle değerlendiriyor : "... ' biraz paris', batının kültür değerleri
üzerinde olduğu kadar, kökeni olan doğunun kültür değerleri üzerinde de
düşünmeye başlamış, kendini batılı sayan bir doğulunun duygu ve izlenimlerini
yansıtmaya çalışıyor."
İkinci bölümün adı, aynı zamanda
kitaba da adını veren şiirden geliyor; 'Yasak sevişmek'. Bu bölüm ölüm, sevgi,
gerilim ve bireysel diyalektik gibi temaların işlendiği toplumcu şiirlerden
oluşuyor.
'Ç koçaklaması' adını taşıyan ve
Türk geçmişini irdelediği şiirlerini Attilâ İlhan kendi ulusal bileşim tezini
destekleyecek, imge düzeyinde, estetik araştırmalar olarak nitelendiriyor. Bu
bölümde yer alan üç şiir sırasıyla Türk halkının Asya'dan Küçük Asya'ya
gelişini, Osmanlı dönemini ve son on yüzyıllık tarih sürecinde toplumun
özlemlerini aktarmakta.
Kitabın son bölümü 'Şehnaz faslı'
divan etkisiyle yazılmış, birinci dünya savaşından kurtuluş savaşına kadar olan
tarihi bir dönemin anlatıldığı şiirlerden oluşmaktadır.
Toplam 50 şiirin yer aldığı
kitabın sonundaki 'meraklısı için notlar' bölümüyle şiirseverlere her şiirin
arkasındaki duygu ve düşünceler şairin kendi söylemiyle aktarılmış.
Tutuklunun Günlüğü (1973)
(1973-74 TDK Şiir Ödülü)
Bütün Şiirleri : 7
Teleks, bulut günleridir,
zincirleme rubailer, incesaz ve tutuklunun günlüğü bu kitabın bölüm
başlıklarını oluşturuyor. Toplam 63 şiir, bu beş bölümde toplanmış.
Tutuklunun günlüğü 'ndeki
şiirler, 1968-73 yılları arasında Attilâ İlhan şiiri'nin çözümlenmeyi bekleyen
iki sorunu üzerine kurulmuştur. Bunlardan birincisi klasik Türk şiirinin
havasını yeni ve toplumsal bir içerikle bağdaştırarak verebilmek, ikincisi de
toplumcu şiirin içeriğinin estetik ile olan bağlantısıdır. Birinci sorun için
yeni denemelere girişen şair, bunları 'incesaz' ve 'zincirleme rubailer' bölümleri
ile diğer bölümlere serpiştirilmiş bazı şiirlerinde örneklemektedir. İkinci
sorunu ise, endüstri uygarlığının aşırı merkezileşme eğilimleriyle, üçüncü
dünya ülkeleri üzerinde kurduğu emperyalizmin bu ülkelerdeki insanları ittiği
çıkmazı temel çıkış noktası olarak almıştır. Bu içeriği, kitabın ilk bölümünde,
günümüzün haberleşme çağına uygun olarak sanki bir haber bülteni içerisinde yer
alıyormuşçasına işlemiştir.
Teleks
New York, Yeni Delhi, Rotterdam, Washington, Madrit, İstanbul... Yeryüzünü tümüyle kucaklayan, şehirlerin, metropol insanlarının yaşantılarına ayna tutan birbirine bağlı teleks, telefoto, telefon haber ağı içerisinde kurgulanmış şiirlerden oluşur bu bölüm. Bu kurgu, Attilâ İlhan'ın daha önce sisler bulvarı ve bela çiçeği kitaplarındaki bazı şiirlerinde de işlediği şehir temasından, bireysel ve toplumsal diyalektik açısından farklılık göstermektedir. Hareketli, kıvrak ve zincirleme bir tempoyla okuyucuyu yakalar ve onu çağdaş büyük şehir, metropol havası içerisinde gizli ve açık dramlara, melankoliye, şehrin insafsızlığına taşır.
New York, Yeni Delhi, Rotterdam, Washington, Madrit, İstanbul... Yeryüzünü tümüyle kucaklayan, şehirlerin, metropol insanlarının yaşantılarına ayna tutan birbirine bağlı teleks, telefoto, telefon haber ağı içerisinde kurgulanmış şiirlerden oluşur bu bölüm. Bu kurgu, Attilâ İlhan'ın daha önce sisler bulvarı ve bela çiçeği kitaplarındaki bazı şiirlerinde de işlediği şehir temasından, bireysel ve toplumsal diyalektik açısından farklılık göstermektedir. Hareketli, kıvrak ve zincirleme bir tempoyla okuyucuyu yakalar ve onu çağdaş büyük şehir, metropol havası içerisinde gizli ve açık dramlara, melankoliye, şehrin insafsızlığına taşır.
Ayrıca, toplumsal ve ekonomik
diyalektiğin yanı sıra bireysel diyalektiğin de ele alındığı '16, pazartesi' ,
Çekoslavakya işgalinin işlendiği 'tele-foto 1' ile gelişmiş dünyanın dramını anlatan
'tele-foto 4'
de bu bölümde yer alan diğer bazı şiirlerdir.
Bulut günleridir
Bu bölümdeki şiirler, karanlık
bir dönemin (şairin tanımıyla: '71 karanlığı) öfke, kahır ve sıkıntılarının
dolaylı bir anlatımla, simgelerle vurgulandığı şiirlerdir. Yazıldıkları dönem
düşünülürse, başka türlü ifade etmenin ve bu şiirleri yayınlatmanın başka yolu
yoktu denebilir.
Zincirleme rubailer
Öteden ilgi duyduğu bir anlatım
biçimi olan rubaiyi Attilâ İlhan, kitabın bu bölümünde çağdaşlaşmış içeriği ve
uzak yakın kafiyelerin birbirine bağlanmasıyla yazdığı rubaileriyle karşımıza
çıkarıyor.
İncesaz
Sultan-ı Yegâh ve Mahur gibi halk tarafından çok tutulmuş şarkılara söz olan şiirlerinin de yer aldığı bu bölüm için bakın şair neler diyor: "Tutuklunun Günlüğü'ndeki incesaz bölümünü yazdığım sıralar, 12 Mart sonrasının bunalımlı günleriydi, onun için de şiirlerin bütününe hem o bunalımın karamsarlığı, hem de o ara günlük bir gerçek halinde duyulan ölüm düşüncesi egemen oldu. Türk musikisi makamlarından en çok sevdiklerimin, biraz da ritmlerinden esinlenerek yazılmış şiirlerdir. İçerikleri bir yandan kişisel diyalektiğin getirdiği çelişkileri, bir yandan geleneksel şarkı düzeninin rindliğini, bir yandan da çağdaş, -o günler için belki de hatta güncel- sorunların heyecan ve üzüntülerini kapsar." (Tutuklunun Günlüğü, meraklısı için notlar sh. 140).
Sultan-ı Yegâh ve Mahur gibi halk tarafından çok tutulmuş şarkılara söz olan şiirlerinin de yer aldığı bu bölüm için bakın şair neler diyor: "Tutuklunun Günlüğü'ndeki incesaz bölümünü yazdığım sıralar, 12 Mart sonrasının bunalımlı günleriydi, onun için de şiirlerin bütününe hem o bunalımın karamsarlığı, hem de o ara günlük bir gerçek halinde duyulan ölüm düşüncesi egemen oldu. Türk musikisi makamlarından en çok sevdiklerimin, biraz da ritmlerinden esinlenerek yazılmış şiirlerdir. İçerikleri bir yandan kişisel diyalektiğin getirdiği çelişkileri, bir yandan geleneksel şarkı düzeninin rindliğini, bir yandan da çağdaş, -o günler için belki de hatta güncel- sorunların heyecan ve üzüntülerini kapsar." (Tutuklunun Günlüğü, meraklısı için notlar sh. 140).
-
Böyle Bir Sevmek (1977)
Böyle Bir Sevmek (1977)
Bütün Şiirleri : 8
Toplumsal, siyasal, günlük kavga
ve doğa birey çelişkilerini içeren şiirlerden oluşan "Böyle Bir
Sevmek" kitabı altı bölümde toplanmış toplam 42 şiirden oluşuyor. 12 Mart
sonrası dönem, sanatçıların özellikle sert kavga sloganlarını işledikleri bir
dönem olmuştur. Bu da, ozanların konformist bir yol izlemelerinde etken
olmuştu. Böyle bir ortamda İlhan, yaygın olan epik ağzı bıraktığını; işin
bağırgan ve kavgacı yanını değil, beşeri yanını ortaya çıkarmaya çalıştığını
belirtiyor. Estetik duygulara seslenmeyi sağlamaya çalışırken, bir yandan da
toplumsal'ın yakın tanımına girmeyen ama doğasal diyalektiğin kapsamında
bulunan konuları özellikle işlediğini belirtiyor. Bu yüzden kitaptaki şiirler
bütününe bakıldığında içerikleri ve söylenişleriyle birbirinden farklı
yapılardadır.
-
Elde Var Hüzün(1982)
Bütün Şiirleri : 7
Elde Var Hüzün beş böümde
toplanmış 41 şiirden oluşuyor. İlk basımı 1982'de yapılan kitapta Attilâ
İlhan'ın yine zengin imgelemiyle dolu, olgunluk dönemi şiirleri şiirseverleri
karşılıyor.
-
Korkunun Krallığı (1987)
-
Ayrılık Sevdaya Dahil (1993)
KÖŞE YAZILARI (CUMHURİYET)
-
12.01.1998...Film Çöplüğü
-
07.01.1998...Madalyonun Öbür Yüzü
-
05.01.1998...Hadi, Konuşsana İsmet Paşa!..
-
02.01.1998...O 'Ay/Yıldızı' Sildirtecek
miyiz?
-
29.12.1997...Mutluyum, Demiryolcuyum!...
-
26.12.1997...Türkçü/Devrimci Diyaloğu
-
24.12.1997...Avrasya'da dolaşan
Hayalet:'Galiyef'!
-
22.12.1997...'Türkçülüğün' Yeri 'Solda'
mı?
-
19.12.1997...'Türkçü'nün 'Ülkücü'ye Tepkisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder