2.ESRİN KISA ÖZETİ :
Bihruz Bey, babasının işi icabı memleketin birçok
yerini dolaşmış ve bu nedenle tahsilini pek yapamamış bir gençtir. Babasının
varlığıyla yaşayan, bir evin biricik evladıdır. Ehemmiyet verdiği yegâne
şeyler; markalı giyinmek, Fransızca dersi almak, aldığı bu derslerle öğrendiği
Fransızca’yı alakalı alakasız her yerde kullanmak ve bir de belki en mühimi ve
romana ismini veren kısmı, pahalı arabasıyla dolaşmaktır. (Tabiki arabadan
kastımız, günün önemli ulaşım araçlarından biri olan, atlı arabadır.) Babasının
vefatından sonra büyük bir servetin üzerine konar, bu pahalı ve özentili
yaşamıyla tam bir mirasyedidir.
Arabası ile gezmek onun için öyle bir hal almıştır
ki, soğuk kış günlerinde ya da yazın kavurucu sıcağında günün yirmi dört
saatini arabasında geçirmektedir. Bu arada pahalı arabasının bir hayli yüklü
taksitlerini elindeki köşkleri satarak ödemektedir.
Haftanın birkaç günü Mösyö Piyer’den aldığı
Fransızca dersleri, belki tahsil hayatının yegâne bölümüdür. Yarım yamalak
bilgisiyle, olur olmaz yerlerde kullandığı diliyle, Fransız uşak Mişel’in bile
zaman zaman anlamadığı bir konuşması vardır. Hele Fransız yazarların edebi
kitaplarını okumak, onlarla mest olmak onun için edebiyatın kendisidir.
Kadınlar konusunda ise fazlaca iştahlı değildir.
Beğenmek şöyle dursun, yegâne gayesi, araba ekipmanı ve markalı kıyafetleriyle
göz doldurmak, beğenilmek, hatta hayranlık uyandırmaktır. Bu nedenle şehrin
eğlence merkezlerini fellik fellik gezmekten başka işi yoktur, işine bile arada
bir uğrar. Hayat onun için böylece sürüp giderken, sefahat mekanlarından biri
ola Çamlıca’ da, ahbabı Keşfi Bey ile sohbet ederken gördüğü sarışın dilber
merakını celbeder, hatta oracıkta ona aşık olur. Onun da kendisine aşık
olduğuna inanmaktadır. İşte bundan sonraki kısım Bihruz Bey’in platonik
aşkının, hatta kurgusal aşkının, Keşfi Bey’in yalanlarıyla nasıl
şekillendiğinin komik bir hikâyesidir.
Keşfi Bey, etrafında yalancılığıyla bilinen,
yaşantısıyla Bihruz ‘dan pek farkı olmayan sorumsuz bir gençtir. Yalanlarını
çocukluğunun saf oyunlarıyla karıştıran, bu zararsız delikanlı ilk önce Bihruz’a
bu sarışın hatunu tanıdığını söyler, öyle ki yalanlar Bihruz Bey’in sevgilisini
Keşfi Bey’ den delice kıskanmasına sebep olur. Keşfi, yalanlarını, hatunun ölüm
haberine kadar vardırır. Bihruz’un içli aşkını bilmeksizin uydurulan bu
yalanlar, aşk acısının komik öykülerini ortaya çıkarır. Aradan geçen birkaç
aylık zaman içinde, aşık olduğu sarışın hatunu, Periveş Hanım’ı, hiç göremeyen
Bihruz, ölüm masalına kolayca kanar, çünkü son derece saftır ve aşık olmanın
kendine has şüpheciliğine o da düşüvermiştir. Aşk acılarıyla geçirilen birkaç
zaman, Bihruz’da bazı değişikliklere sebep olur, eğlence yerlerinde boy
göstermek ya da arabasıyla etrafta tur atmak eskisi gibi zevk vermemektedir.
Artık kırlarda tek başına dolaşmayı, sevgilisini düşünmeyi, hatta eğlencelerden
el çekip, Ramazan ayı geldiğinde oruç tutup namaz kılmayı tercih eder olur.
Vazgeçemediği yegâne şey kullandığı Fransızca kelimelerdir.
Bihruz acı gerçeği geç te olsa öğrenir. Aşık olduğu
Periveş ölmemiştir ama, kendisine aşık olmak bir yana varlığından habersiz,
hercai bir hanımdır.
Bihruz’un bu komik hikâyesi, aslında güçlü bir
içerikle aşkı işler.
3.MUHTEVA
BİLİGİSİ :
A)ANA FİKRİ:
Dönemin siyasi kargaşası bir yana, Osmanlı’nın yeni
yeni batıya açılma çabalarıyla, İstanbul’un aristokrat çevrelerinin nasıl bir
anda Fransızca meraklısı olduğu komik ve alaycı bir dille ifade ediliyor.
B) ALINACAK DERSLER:
19.yy da İstanbul’da tazimatın başlıca amacı olan
garplılaşmayı, o devrin İstanbulluları arasında yanlış, ters anlayan alafranga
bozuntusu bir zümre vardır. Mehmet Akif’in şu sözlerinde de belirttiği
gibi:
“Ayran daha midesinde kaynar;
Kalkmışta teres bilardo oynar...”
Garplılaşmanın özünü bir yana bırakıp kabuğunu taklit eden bu fındık
beyinli alafranga müsveddeleri, çıktığı kabuğu beğenmeyen fındık gibi, Türklüğü
küçümsemişlerdir. Biz bunlara örnek olup Türklüğü yüceltmeliyiz.
D) OLAYIN KİŞİLERİ VE TAHLİLLERİ:
BİHRUZ BEY:
Bihruz Bey, babasının işi icabı memleketin birçok yerini dolaşmış ve bu
nedenle tahsilini pek yapamamış bir gençtir. Babasının varlığıyla yaşayan, bir
evin biricik evladıdır. Ehemmiyet verdiği yegane şeyler; markalı giyinmek,
Fransızca dersi almak, aldığı bu derslerle öğrendiği Fransızca’yı alakalı
alakasız her yerde kullanmak ve bir de belki en mühimi ve romana ismini veren
kısmı, pahalı arabasıyla dolaşmaktır. Babasının vefatından sonra büyük bir servetin üzerine konar, bu pahalı
ve özentili yaşamıyla tam bir mirasyedidir
.
KEŞİF BEY:
Eski Şam defterdarı Sehabi Efendinin en küçük
oğludur.
Keşfi Bey, etrafında yalancılığıyla bilinen,
yaşantısıyla Bihruz ‘dan pek farkı olmayan sorumsuz bir gençtir.
PERİVEŞ HANIM:
Sarışın, kısadan uzunca, uzundan kısaca, orta boylu, narin yapılı
saçları saç boyalarının verdiği kızıl renkte değil, gayet açık ve tabii sarı;
gözleri ise çok güzel bir yaratılış hatası olarak, mavi yahut yeşil değil,
tahrirli koyu sarı; kaşları kumral; siması vücudunun narinliğine nispetle
dolgunca; burnu ise incecik ağzı küçücük biçimli ve çok güzeldi.
D) OLAYIN GEÇTİĞİ MEKÂN:
Üsküdardan Bağlar başı yolu ile Çamlıca’ ya
gidilirken Topanelioğlu ‘ndaki dört yol ağzından aşağı yukarı yüz adım ileriye
bakılacak olunursa o geniş şosenin sonunda ve tam ortasında, etrafı bir buçuk
arşın kadar yüksek duvarlarla çevrili bir ağaçlık görülür.
Ağaçlığın büyücek bir kapısı vardır ki tam iki yolun birleştiği yerin
ortasındadır. Bu yollardan devam edildiği zaman Çamlıca tepesinin yanında
Çamlıca Parkı görünür.
F)
TÜR BİLGİSİ:
Türk
Edebiyatının ilk realist romanıdır.
ROMAN: İnsan veya çevrenin karakterlerini, göreneklerini
inceleyen, serüvenlerini anlatan, duygu ve tutkularını çözümleyen, itibari veya
gerçek olaylara dayanan edebiyat türü.
4)YAZAR HAKKINDA BİLGİ:
A. YAZARIN HAYATI VE EDEBİ KİŞİLİĞİ:
Tanzimat döneminin önemli edebiyatçılarından biri olan Recaizade Mahmut Ekrem 1 Mart
1847'de İstanbul'da doğdu. 1858'de Mekteb-i İrfan'da öğrenimini tamamladı.
Hariciye Mektubi Kalemi'ne memur olarak girdi. Bu görevi sırasında Namık Kemal
ile tanıştı ve onun yönetimindeki Tasvir-i Efkâr gazetesinde yazmaya başladı.
1867'de Namık Kemal Avrupa'ya kaçarken gazetenin yönetimini Recaizade Ekrem'e
bıraktı. Siyasetle ilgilenmedi ve kendisini tamamen edebiyata verdi. Yazılarını
Ahmet Mithat Efendi'nin çıkardığı Dağarcık dergisinde yayımlamaya başladı. Batı
edebiyatından çevirmeler yaptı.
1877'de Şura-yı Devlet üyeliğine getirildi. 1878'de Mülkiye Mektebi'nde
başladığı öğretmenlik mesleğini Galatasaray Sultanisi'nde
sürdürdü. Bu okullarda verdiği derslerin
notlarını 1883'te Talim-i Edebiyat kitabında topladı. Bu kitap özellikle şiir
konusunda getirdiği yeni bakış açısı ile önemli bir yapıttı. 31 Ocak 1914'te
İstanbul'da öldü. Öldüğünde Meclis-i Ayan üyesiydi.
Recaizade Ekrem'in Türk edebiyatına önemli katkılarından biri de 1895'ten sonra öğrencilerini Tevfik Fikret'in
yönetiminde Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplaması ve Edebiyat-ı
Cedide'nin doğuşuna öncülük etmesidir.
B)ESERLERİ:
Şiir: Name-i Seher, Yadigar-ı Şebab, Zemzeme (3 cilt) Roman: Araba Sevdası, Öykü; Muhsin Bey Yahut Şairliğin Hazin Bir
Neticesi, Şemsa
Oyun: Afife Anjelik, Vuslat Yahut Süreksiz Sevinç, Çok Bilen Çok Yanılır, Çeşitli; Talim-i Edebiyat, Takdir-i Elhan, Pejmürde, Nijad-Ekrem.
Oyun: Afife Anjelik, Vuslat Yahut Süreksiz Sevinç, Çok Bilen Çok Yanılır, Çeşitli; Talim-i Edebiyat, Takdir-i Elhan, Pejmürde, Nijad-Ekrem.
5)SONUÇ:
Edebiyat tarihimizin dönüm noktası olarak kabul
edilen Araba Sevdası, bin sekiz yüzlerde İstanbul’un sosyete ve sefahat
yaşamını konu alan bir roman. Yazar Recaizade Mahmut Ekrem, Tanzimat
edebiyatının sona erdiği, buna karşılık Servet-i Finun edebiyatının ağır bastığı
dönemin ünlü edebiyatçılarından. Aslında Araba Sevdası bu geçişte önemli bir
yere sahip, zira bu roman edebiyatımızın ilk realist romanı.
Dönemin
belki en hicivsel romanı olan Araba Sevdası, o günün İstanbul yaşantısını merak
edenler ve klasiklerden hoşlananlar için isabetli bir kitap.
Bu
yüzden romanı çok akıcı ve güzel buldum. Bu romanı bütün okuyuculara tavsiye
ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder