23 Ağustos 2012 Perşembe

Atatürk’ten Özdeyişler…Atatürk Şiirleri…Anılarla Atatürk…


 

 

Biz Türkler,bütün tarihimiz  boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz.

 

Ne kadar zengin ve münevveh olursa olsun istiklalden mahrum bir millet,medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muammeleye layık sayılamaz.

 

Milli egemenlik öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir,taç ve tahtlar batar,mahvolur.Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.

 

Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır.Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız.

 

Gerçi bize milliyetçi derler.Ama biz öyle milliyetçileriz ki,işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz.Onların milletlerinin bütün icaplarını tanırız.Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.

 

Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.

 

Milli mücedelelere şahsi hırs değil,milli ideal,milli onur sebeb olmuştur.

 

Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.

 

Her fert istediğini düşünmek,istediğine inanmak,kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak,seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya  yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir.Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz.

 

Türk milletinin istidadı ve kesin kararı medeniyet yolunda,durmadan,yılmadan ilerlemektir.

 

Medeni olmayan insanlar ,medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar.

 

Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor.Bazı kimseler çağdaş olmayı kafir olmak sayıyorlar.Asıl küfür onlarınbu zannıdır.Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslamların kafirlere esir olmasını istemek değildir de nedir?Her sarıklıyı hoca sanmayın,hoca olmak sarıkla değil,dimağladır.

 

Arkadaşlar,efendiler ve ey millet,iyi biliniz ki,Türkiye Cumhuriyeti şeyhler,dervişler,müritler,meczuplar memleketi olamaz.En doğru,en hakiki tarikat,medeniyet tarikatıdır.

 

Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri,gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır.Biz,ilhamımızı,gökten ve gaipten değil,doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.

 

 

 

 

İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen ki cins canlıdan mürekkeptir.Kabil midir ki,bu kütlenin bir parçasını ilerletelim,ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin.Mümkünmüdür ki bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?

 

Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil,omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın.

 

Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir.Bugünkü analar için gereklivasıfları taşıyan evlat yetiştirmek,evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımaya bağlıdır.Onun için kadınlarımız,hatta erkeklerimizden daha çok aydın,daha çok feyizli,daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar;eğer gerçekten milletin anası olmak istiyorlarsa.

 

Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere,Türk Milleti’ne canımı vereceğim..

 

Yüksek Türk!Senin için yüksekliğin hududu yoktur.İşte parola budur.

 

Sizler,yani yeni Türkiye’nin  genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz…Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler,asla ve asla yorulmazlar.Türk gençliği gayeye,bizim yüksek idealimize durmadan,yorulmadan yürüyecektir.

 

Biz cahil dediğimiz zaman,mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz.Kastettiğimiz ilim,hakikatı bilmektir.Yoksaokumuş olanlardan  en büyük  cahiller çıktığı gibi,hiç okumak bilmeyenlerden de hakikatı gören gerçek alimler çıkabilir.

 

Muallimler!Yeni nesil;cumhuriyetin fedakar öğretmenleri ve eğiticileri,sizler yetiştireceksiniz

 

Okul sayesinde ,okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki,Türk Milleti,Türk sanatı,Türk iktisadiyatı,Türk şiir ve edebiyatı  bütün güzellikleriyle gelişir.

 

Türkiye’nin asıl sahibi ve efendisi,gerçek üretici olan köylüdür.O halde herkesten daha çok refah,saadet ve servete müstahak ve layık olan köylüdür.Onun için,Türkiye büyük Millet Meclisi’nin iktisadi siyaseti bu asli gayeye erişmek maksadını güder.

 

Ekonomik kalkınma,Türkiye’nin hür,müstakil,daima daha kuvvetli,daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir.

 

Ancak kendilerinden sonrakileri düşenebilenler,milletlerini yaşamak ve ilerlemek imkanlarına kavuştururlar.

 

Milletin sevgisi kadar büyük mükafat yoktur.

 

Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız.Doğuşumdaki tek olağanüstülük TÜRK olarak dünyaya gelmemdir.

 

Bu ulusu ben değil,içimizdeki ruh,damarlarımızdaki kan kurtarmıştır.

 

Biz uygarlıktan,ilimden ve fenden kuvvet alıyor ve ona göre yürüyoruz.

 

Dünyada herşey için,medeniyet için,hayat için,muvafakiyet için,en hakiki mürşit ilimdir,fendir.İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir,cehalettir,delalettir.

 

Milletimiz daha da dindar olmalıdır diyorum.Ama bütün sadelik ve güzelliği ile.Dinime ,bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam,bunada öyle inanıyorum.Şuura aykırı ilerlemeye engel hiçbirşey ihtiva etmiyor.

 

Şu anda batıl itikatlardan oluşan ikinci bir din mevcuttur.Fakat bu cahiller sırası gelince aydınlatılacaktır.

 

Eşini mutlu edecek herkes evlenmelidir.Çoluk ,çocuk sahibi olmalıdır.

 

Bana bakmayınız.Benim hayatım başka türlü düzenlenmiştir.

 

Çocuk sevgisi insan için bir ihtiyaçtır.

 

Dünyada ne görüyorsak KADINın eseridir.

 

Biz Türkler ,bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz.

 

Korku üstüne egemenlik kurulamaz.

 

Tam bağımsızlık denildiği zaman,tabii ,siyasi,mali,iktisadi,adli,askeri vs..  herhususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik kast olunmaktadır.

 

Milli egemenlik öyle bir nurdur ki,onun karşısında zincirler erir.Taç ve tahtlar batar,mahvolur.

 

Tarimizin  en mutlu dönemi hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır.

 

Biz doğrudan doğruya millet severiz ve Türk milliyetçisiyiz.Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur.

 

Türkiye’de Bolşeviklik olmayacaktır.Çünkü Türk hükümetinin ilk gayesi,halka hürriyet ve saadet vermek,askerlerimize olduğu kadar sivil halkımıza da iyi bakmaktır.

 

 

Bizim dinimiz,milletimize hakir,miskin ve zelil olmayı tavsiye etmez.Tam tersine Alllah da,peygamber de ,insanların ,milletlerin izzet ve şerefini korumalarını emrediyor.

 

Bir memleketin,bir memleket halkının düşmandan zarar görmesi acıdır.Fakat kendi ırkından,büyük tanıdığı insanlardan vefasızlık,felaket görmesi daha acıdır.

 

Efendiler biz hayat ve istiklal isteyen bir milletiz.Ve yanlız ve ancak bunun için hayatımızı yok etmeyi göze alırız.

 

Bütün zorba hükümdarlar hep dini alet edindiler.Hakiki  ulema,dini bütün alimler,hiçbir vakit bu zorba hükümdarlara boyun eğmediler.Fakat gerçekte alim olmamakla beraber,sırf o kılıkta bulundukları için alim sanılan,çıkarlarına düşkün haris ve imansız birtakım hocalar da vardır.Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar dine uygundur diye fetva verdiler.Gerektikçe yanlış hadisler uydurmaktan çekinmediler.Gerçek ve imanlı ulema her devirde bunların kinine hedef oldu.

 

Bir kere memlekette topraksız köylü  bırakılmamalıdır.Bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın hiçbir sebep ve suretle bölünemez bir mahiyet olması,büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus yoğunluğuna ve toprak verim derecesine göre sınıflandırılması gerekir.

 

Biz  Türkler ruhen demokrat doğmuş bir milletiz.

 

Büyüklük odur ki kimseye iltifat etmeyeceksin,hiçkimseyi aldatmayacaksın.Memleket için gerçek ülkü ne ise onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin.Herkes senin aleyhinde bulunacaktır,seni yoldan çevirmeye çalışacaktır.Önünde sonsuz engeller yığacaktır.Kendini büyük değil,küçük,araçsız hiç terakki edecek,kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacak,ondan sonra büyüksün derlerse bunu diyenlere güleceksin.

 

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE.

 

Bizim ahenktar,zengin lisanımız yeni türk harfleriye kendini göstericektir.

 

Bir başka çağdan kalma adetlerinizde,alışkanlıklarınızda direnirseniz,cüzzamlılar gibi tek başınıza kala kalırsınız.Benliğinize bağlı kalın ama,gelişmiş uluslar gibi gerekli olan şeyleri Batı’dan almasını bilin.Yoksa,bilim ve yeni düşünceler sizi bir lokmada yiyip bitirebilirler.

 

Benim Türk MilletineiTürk cumhuriyetine ve Türklüğün istikbaline ait görevim bitmemiştir.Sizler onları tamamlayacaksınız.Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz.

 

Bir adam ki  büyük olmaktan bahseder,benim hoşuma gitmez.Bir adamki memleketi kurtarmak için evvela büyük olmak lazımdır, der ve bunun için mumune intihap eder,onun için olmayınca,memleketin kurtulamayacağı kanaatinde bulunur;bu, adam değildir.

 

Zafer “zafer benimdir” diyebilenin,muvaffakiyet,”muvaffak olacağım” diye başlayanın ve “muvaffak oldum” diyebilenindir.

 

Tembellik bütün fenalıkların anasıdır.

 

Bir ulus,bir toplum alnız bir kişinin çalışması ile adımcık bile atamaz.

 

Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz.Benim sizden istediğim şey,yorulmamak değil,yorulduğunuz zaman da,durmadan yürümek,yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir.

 

Benim için ordumuzun kıymetini ifadede ölçü şudur:Türk ordusunun bir kıtası muadilinin behemal mağlup eder,iki mislini durdurur ve tespit eder.

 

Türkler bütün medeni milletlerin dostudurlar.

 

Hakikatı konuşmaktan korkmayınız.

 

Tatbik eden,icra eden,karar verenden daima daha kuvvetlidir.

 

Lüzumuna  kani olduğunuz bir işi derhal yapmalıyız.

 

Fikirler,cebir ve şiddetle,top ve tüfekle asla öldürülemez.

 

Size Bombasırtı Vakasını anlatmadan geçemeyeceğim.Karşılıklı siperlerimiz arasında mesafemiz sekiz metre,yani ölüm muhakkak,muhakkak…Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulamamacasına tamamen düşüyor.,ikincidekiler onların yerine gidiyor.Fakat ne kadar gığtaya şayan bir itidal ve tevekkülle,biliyor musunuz?Öleni görüyor,üç  dakikaya kadar öleceğini biliyor,en ufak bir fütur bile göstermiyor;sarsılmak yok.Okumak bilenler ellerinde Kur’anı Kerim,cennete gitmeye hazırlanıyor.Bilmeyenler,kelimei şahadet getirerek yürüyorlar.Bu,Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren,şaşılacak ve övülecek bir misaldir.Emin olmalısınız ki,Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.

 

Efendiler, camiler birbirimizn yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır.Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapmak lazım geldiğini düşünmek yani meşveret için yapılmıştır.Millet işlerinde her ferdin zihni başlıbaşına faaliyette bulunmak elzemdir.

 

Gelecek için hazırlanan vatan evladına,hiçbir güçlük karşısında baş eğmeyerektam sabır ve dayanma ile çalışmalarını ve öğrenimdeki çocuklarımızın anne ve babalarına yavrularının tahsillerinin tamamlanması için her fedakarlığı göze almaktan çekinmemelerini tavsiye ederim.

 

Kültür,okumak,anlamak,görebilmek,görebildiğinden mana çıkarmak,uyanık davranmak,düşünmek,zekayı terbiye etmektir.

 

BİR TÜRK DÜNYAYA BEDELDİR.

 

Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela bizim kendi benliğimize ve maliyetimize bu hürmeti hissen ,fikren ,fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim;bilelim kimilli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır.

 

Biz ilhamlarımızı gökten ve görünmez alemden değil,doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.Bizim yolumuzu çizen,içinde yaşadığımız yurt,bağrından çıktığımız Türk

 

Ayrılış Destanı

 

Gel vatan, yas tutan ocaklara gel!

Oğul Mustafalı kucaklara gel!

Gel, karayazılı çiçeklerle gel!

Dol gözümü vatan, Ata’n geçiyor!

 

Ektiğin gündüzdü, biçtiğin gece,

Güzelim ekini bastı delice

Herkte sabanlara, cenkte kılıca,

Abıhayatları katan geçiyor.

 

 Gün görünür güne bakan her şey,

Ne görsem benziyor, bak, O’na her şey,

Başlamış şeklinden isyana her şey,

Sanki her şeylerden o can geçiyor.

 

 Bir millet kolunca sallar üstünde,

Bir vatan boyunca yollar üstünde,

Dağlar bedenince küller üstünde,

Kanayı kanayı bir tan geçiyor.

 

 O’nu bize gökten zafer getirdi,

O’nu bizden alıp “Zafer” götürdü,

“Yer görmesin” diye doğmuş koç sırtı

Çağların bağrında yatan geçiyor.

 

 O, bindi; al atlar kesildi yağız,

O, bindi; bir yanardağ oldu Yavuz,

19 Sonteşrin... Delirdi deniz,

Hâlâ Marmara’dan figan geçiyor.

 

 Kara çıktı aynı gördüğü düşler,

Cümle mülhimeler zara durmuşlar,

Siyah borularda siyah ötüşler...

Bu sabah, İstanbul yastan geçiyor.

 

Defne burcu burcu seril yerlere,

Bak, selâma durmuş minarelere,

Bir şair şehirden bir âşık şehre,

Destanlar üstü destan geçiyor.

 

 

Zeki Ömer DEFNE

 

 

 

 

 

 

Her Şey O’na Benzer

 

İncecikten bir kar yağar,

Tozar “Kemal, Kemal” diye...

Ak ellerin kalem tutar,

Yazar “Kemal Kemal” diye...

 

 Bütün eller “Kemal” yazar,

Bütün diller “Kemal” söyler,

Hey dağların anası,

“Kemal” siz vatan neyler?

 

 Söyle bana yavrucuğum,

Otur dizlerime de...

Hürlüğü yaşıyorsun, alabildiğine,

O mavi gözlerinde...

 

 Sen, Mustafa Kemal misin?

 

 Gel bana, yavrucuğum,

Sarıl boynuma...

Vatana nur veriyorsun,

Her ipek telinden saçlarının

Sarı ve yumuşak...

 

 Sen, Mustafa Kemal misin?

Dinle beni, yavrucuğum,

Koy başını göğsüme...

Usulcacık, şöyle:

Senin yüreğin midir bu çarpan,

Böyle aşkla, milyonlar adına,

Yüceliği, esenliği için vatanın?

 

Sen, Mustafa Kemal misin?

 

Sırmalar, rütbeler değil istediğin,

Ayağındaki toz,

Alnındaki ter bile

Nurlu gelecekler için...

Söyle bana yavrucuğum...

 

 M. Sunullah ARISOY

 

 

 

Mustafa Kemal’ler tükenmez

Tükenir elbet
gökte yıldızlar denizde kum tükenir
bu vatan bu topraklar cömert
kutsal bir ateşim ki ben sönmez
inanın Mustafa Kemaller tükenmez.
ben de etten kemiktendim elbet
ben de bir gün göçecektim elbet
İki mustafa kemal var iyi bilin
ben işte o ikincisi sonsuzlukta
ruh gibi bir şey görünmez
İnanın Mustafa Kemaller tükenmez.
hep kardeşliğe bolluğa giden yolda
bilimin yapıcılığın aydınlığında
güzel düşünceler soyut fikirlerde ben
evrensel yepyeni buluşlarda
geriliği kovmuşum ben dönmez
İnanın Mustafa Kemaller tükenmez.

Başın mı dertte beni hatırla
duy beni en sıkıldığın an
baştan sona her şeyiyle bu vatan
sakın ağlamasın kasımlarda
fatihler kanuniler ölmez
İnanın Mustafa Kemaller tükenmez.

 

Halim Yağcıoğlu



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

    Atatürk’e



Kara toprak diye en hissiz ayaklar hatta


Basamaz toprağa, toprakta cenazen varken,


Ne büyüksün ki huzurunda küçüktür matem,


On sekiz milyon adam tek kişidir ağlarken.



 

Mithat Cemal Kuntay

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Atatürk’ten son mektup

Siz beni hala anlayamadınız.

Ve anlayamayacaksınız çağlarca da

Hep tutturmuş”Yıl 1919 Mayısın 19’u”diyorsunuz.

Ve eskimiş sözlerle beni övüyor,övüyorsunuz.

Mustafa Kemal’I anlamak bu değil.

 

Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Bırakın o altın yaprağı artık.

Bırakın rahat etsin anılarda şehitler

Siz bana neler yaptınız ondan haber verin.

Hakkından gelebildiniz mi yokluğun,sefaletin?

Mustafa Kemal’I anlamak yerinde saymak değil.

Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

 

Bana muştular getirin bir daha.

Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan

Kuru söz değil,iş istiyorum saizden anladınız mı?

Uzaya TÜRK adını Atatürk kapsulleriyle yazdınız mı?

Mustafa Kemal’ianlamak avunma değil.

Mustafa Kemal’I anlamak sadece söz değil.

 

Hala o acıklı ağıtlar dudaklarınızda

Hala oturmuş bana on kasımlarda ağlıyorsunuz.

Uyanın artık diyorum,uyanın,uyanın!

Uluslar uzak fetihlere çıkıyoruzak dünyaların

Mustafa Kemal!I tanımak göz boyamak değil.

 

Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

Beni seviyorsanız eğer anlıyorsanız

Laboratuvarlarda sabahlayın,kehvelerde değil.

Bilim ağartsın saçlarınızı,kitaplar.

Ancak böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar.

Mustafa Kemal’I anlamak ağlamak değil.

Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

 

Demokrasiyi getirmişim size özgürlüğü

Görüyorum ki hala aynı yerdesiniz hiç ilerlememiş.

Birbirinize düşmüşsünüz halka eğilmek dururken.

Hani köylerde ışık,hani bolluk,hani kaygısız gülen?

Mustafa Kemal’I anlamak itişmek değil.

Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

 

Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla.

Bilime, sanata varılamaz rezil dalkavuklarla.

Bu vatan,bu canım vatan sizden çalışmak ister.

Paydos övünmeye,paydos avunmaya yeter,yeter.

Mustafa Kemal’I anlamak aldatmak değil.

Mustafa Kemal ülküsü sadece söz değil.

 

 

 

 

 

 

 

Dağlarda tek tek
ışıklar yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle
ışıltılı,
öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve
ne zaman
geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere
inanıyordu

ve gülen bıyıklarıyla
duruyordu ki
mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında
O'nu gördü
Paşalar onun arkasındaydılar
O, saati sordu.
Paşalar: "Üç" dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak
çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına
kadar,
eğildi durdu.
Bıraksalar
İnce uzun bacakları üstünde
yaylanarak
ve karanlıkta akan
bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovası'na
atlayacaktı

 

Nazım HİKMET

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Adım Mustafa Kemal, soyadım Atatürk,


Tarihi biz yazmıştık, tarihe gömülüyordu yüce Türk.


Şamar oğlanı olmuştuk, önüne gelen bize attı tokadı,


Vatan elden gidiyordu, Osmanlının kalmamıştı takatı.

 

Gün, o gündü: ya Türk olup bilinmek, ya yok olup silinmek,


Türksüz dünya olamazdı, hakkımızdı sevinmek.


Tek yürek, tek bilek olduk, yıldırım gibi çaktık,


Cepheden cepheye koşup, tarihi görevimizi yaptık.

 

Her yönden geri idik, sil baştan bir Türkiye yarattık,


Bizler ölüp gittik ama, sizlere hür bir vatan bıraktık.


Beşer şaşar' derler, bizler yanlış yaptı isek, sizler onu düzeltin,


Biz, Türkiye'yi bu kadar yücelttik, sizler daha fazla yüceltin.

 

Vatan, millet uğrunda bir olursa emeller,


Türk anası doğurur ne Mustafa Kemal'ler...

 

Cevat Eğilmez


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Atatürk'ün sofra arkadaşları


Atatürk'ün, özellikle akşam sofrası, çok konuşulmuş ve hala da konuşulan bir konudur. Halbuki, bu sofrada, yapılacak bütün işler ele alınır ve enine boyuna ciddi olarak konuşulurdu. Ayrıca, hangi konu ele alınacaksa, o konuyu iyi bilen üniversiteden veya dışarıdan şahıslar da yemeğe çağırılır ve o konu iyice tartışılıp karara bağlanırdı. Toplantıyı Atatürk idare ederler ve konuşmaları da kesinlikle şahsiyete dökmezlerdi. Eğer o konuyla ilgili kişi yoksa, hemen getirtilir veya konu başka bir güne bırakılarak o kimse de toplantıya çağırılırdı.
Toplantılarda, daima bir kara tahta ve tebeşir bulundurulur, bazen de dünya ve Türkiye haritaları astırılırdı.
Genellikle bazı kimseler, Atatürk'ün sofrasında hemen daima bulunurlardı. Atatürk, bu kişilere ya not aldırırlar, ya makale yazdırırlar veya elçi gibi kullanarak gidip araştırma ve tetkik etme görevi verirlerdi. Sofrada bulunan kimselere, her zaman ki kişiler; bilinen, belirli kişiler anlamında "Zevat-ı Mutade" denirdi. Bu kimseler ya hükümet üyesidirler veya zamanın en ileri gelen fikir ve kalem üstatlarıdır. Bu sofrabaşı sohbetleri bazen sabaha kadar sürerdi. Herhangi bir konu görüşülürken o konuyu iyi bilene Atatürk sualler yöneltirler ve onu konuşmaya zorlarlardı. Bilmediği konuları can kulağı ile dinler ve öğrenmek isterlerdi. Sofrada genellikle mevsim sebzeleri dışında, pilav ve kurufasulye mutlaka bulunurdu. Lüks sayılan yemekler genellikle sofrada bulunmazdı. Kendileri meze olarak peynir, leblebi ve kavunu tercih ederlerdi. Hala da konuşulanların tam aksine, böyle gecelerde, en az eğlenceye yer verilirdi. Sırf misafir ve dostlar için çağırılan ses ve saz toplulukları, pek çok defalar hiç sazlarını bile açmadan evlerine geri dönmüşlerdir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mareţal Fevzi Çakmak


Fevzi Paşa çok iyi yetişmiş bir asker olmasından başka çok dürüst ve başarılı bir kumandandı. Osmanlı İmparatorluğu'nun son hükümetinde harbiye nazırı olmuştu. Bu mevkide iken Kuva-yı Milliyecilerin İstanbul'da bulunan birçok silah ve mermi depolarını basarak silahları Anadolu'ya kaçırmalarına göz yummuştu.
23 Nisan 1920'de TBMM'nin ilk defa açılmasından ancak 4 gün sonra Ankara'ya gelmiş ve kurulan ilk hükümette Milli Müdafaa Bakanlığı verilmişti.
Atatürk, Mareşal Fevzi Çakmak'a ayrı bir hürmet beslerdi Mareşal içki içmez, beş vakit namazında, çok dürüst ve faziletli bir kişi idi. Atatürk ve Mareşal seyahatlerinde hiç harcırah (yolluk) almamışlardır.
Mareşal'e yolluk teklif edilince, "Biz oraya askeri araçlarla teftişe gittik. Orduevinde yedik içtik, yattık kalktık. Görev yapıp döndük. Ne harcırahı" der ve yollukları daima orduya kalırdı. Bu nedenlerle Atatürk'ün Mareşal'e çok değişik bir hürmeti ve saygısı vardı. Paşa'nın yemekte olacağı zaman, kesin olarak masaya içiki konulmaz, sadece limonata içilirdi. Atatürk, Mareşal'in her yemeğe gelişinde, bizlere bunu tekrar tekrar hatırlatırlar, herhangi bir yanlışlık yapıp masaya içki getirilmesini önlerlerdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
 
 
 
 
Ramazanlarda Atatürk

Atatürk, Ramazan ayına büyük önem verir; bu ay içinde ince saz heyeti saraya kesin olarak sokulmazdı. Akşamları, beni huzurlarına çağırır ve Kura-ı Kerim'den sureler okuturlar, kendileri de bunu derin bir hazla dinlerlerdi.
Ramazan aylarında, Hacı Bayram Veli ve Zincirlikuyu Camilerinde şehitlerimizin ruhu için hatim okumamı emrederlerdi. Ben de, tıklım tıklım dolu olan bu camilerde emirlerini yerine getirir, hatim okurdum.
Peygamberimiz Efendimiz'den bahsederlerken, "Hazret-i Peygamberin Zaman-ı Saadetlerinde" diye, daima saygı ifade eden kelimeler kullanırlardı. Peygamber efendimiz'in, ayrıca, çok yetenekli bir devlet adamı ve iyi bir başkomutan olduğunu daima söylemişlerdir.
Din işlerinin cahil kimselerin kontrolünden alınıp, bu işi iyi bilen alimlere verilmesinin gerekliliğini ifade ederler, "Mukaddes Mihrabı, cehllin cahillerin elinden alıp ehlin (konuyu iyi bilen) eline vermek zamanı çoktan gelmiştir" derlerdi. En uzun tatillerin dini bayramlarda yapılmasının da şart olduğu söyleyip, "Herkes, dini vecibeleri, görevleri yerine getirecek, sonra da dinlenecekler" derlerdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Atatürk’ü ağlatan olay…

“Ben İnsan Değil miyim?”
Yıl 1922. 14 Ocak gece yarısı. Mustafa Kemal’in özel treni Eskişehir’e doğru gidiyor. Bu yolculuk bir kamuoyu yolculuğu olacak ve Gazi, savaş sonrası Anadolu’sunda bazı şehirlerin nabzını yoklaya yoklaya İzmir’e gidip annesini görecek. Ve Latife’yi.
Ama o gece çok sıkıntısı var Mustafa Kemal’in ve bir türlü uyku tutturamıyor.
Ali Çavuş kompartımanın kapısı önünde sigara üstüne sigara içiyor. Kapıya dayanmış karanlığı seyreder ken bir yandan da kendi kendine mırıldanıp duruyor.
“Bu işin bu kadar çabuk oluvereceğini hiç düşünmedim.
İşte, sonunda şifreli telgraf geldi. Zübeyde anamızı yitirdik. Peki, ne duruyorum. İçeri girip onu uyandırmalıyım. Ama işe bak, giremiyorum. Kıyamıyorum paşama. Nasıl derim ki: ‘Anamız öldü paşam!’ diyemem. Onun yüreği anası için atar. Hep söyler. Vatanı kurtarmakla anasını kurtarmak aynı anlama gelir onun için. Kapıyı açsam, telgrafı uzatsam, ‘Paşam sen sağ ol’ desem ‘Eyvah demez mi?’ ‘Koca vatanı kurtardım ama anamı kurtaramadım demez mi?"
Ali Çavuş, anlattığına göre birden yerinden sıçramış. İçeriden bir ses geliyor. Mustafa Kemal sesleniyor.
Çavuş kompartıman kapısını açıp selam duruyor:
“Emret Paşam”.
Mustafa Kemal yatağa oturmuş soruyor telaş ile:
“Ne demeye kapıda bekliyorsun sen?”
“Uyku tutturamadım da Paşam”
“Annemden bir haber var mı?”
“Az önce bir telgraf geldi dediler, şifreyi çözünce size sunacaklar.”
“Boşuna kıvranma Ali, benden de saklamaya çalışma. Ben haberi aldım.”
Ali Çavuş bir şey yokmuş gibi durmaya çalışıyor ve merakla soruyor:
“Ne olan, ne haber aldın ki paşam? Hayır haber inşallah.”
Mustafa Kemal usul usul anlatıyor.
“Az önce dalmışım, rüyamda yeşil bir ovada anamla el ele geziniyorduk. Hep olduğu gibi bana birşeyler anlatıyordu. Birden bir fırtına çıktı. Bir sel bastırdı, anamızı aldı götürdü. Hiçbir şey yapamadım. Hiç, hiç!..”
Çavuşu bir titremedir almıştı. Derken.. Mustafa Kemal emri verdi:
Çocuk! Al getir şu telgrafı, hemen!”
Ali Çavuş kompartımandan çıkar çıkmaz, çözümü getiren görevliyle karşılaştı.
“Ver onu” dedi. “Paşamız bekliyor.”
Kağıdı aldı, içeri girdi, selam durdu ve: “Sen sağol paşam” dedi.
“Millet sağ olsun.”
Gözünden iri bir damla göz yaşı akıvermişti. Çavuş “Ağlama paşam” diye yalvardı.
“Neden? Ben insan değil miyim? Anam öldü. Ben buna ağlarım. Ama, Anavatan kurtuldu. Bununla da te selli bulurum. Benim için ikisi bir.”
İşte ben bunun için:
‘Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini’ diye cevap vermedim mi Namık Kemal’e? Birden Mustafa Kemal ile Ali Çavuş birbirlerine sarıldılar ve açık açık, hıçkırıklarla, içli içli ağlıyorlardı,

bir dehanın annesine!…


 

 

 

 

 

 

 


 


Nazır biraz beklesin


                    

 

Atatürk Anafartalar ve Arıburnu zaferlerinden sonra İstanbul'a gelmişti. Ata, hariciye nazırını (dışişleri bakanı) ziyaret ederek son durum hakkında konuşmak,  mütelalarını bildirmek istiyordu. Nezaret binasina gelerek nazır beye haber gönderdi.

 -Beklesinler... buyrulmuţ

Atatürk bir hayli beklemiş. Bir aralık kendisinden sonra gelenlerin de kabul edildiklerini  farkedince müsteţar muavinine:

-Beyefendi  hazretleri  galiba beni  unuttular, demiş. Müsteşar muavini tekrar içeri girerek Mustafa Kemal'i hatırlatmış ve yine:

-Beklesinler, cevabını almış.

Atatürk ikinci "beklesinler" üzerine dayanamamış ve muavine:

-Sizin nazırınız bütün zamanlarını hep böyle manasız ziyaretler kabul ederek mi geçirir?

Muavin tabii buna bir cevap verememiş, biraz sonra başka bir mevzu açılmış ve konuşmaya başlamışlar. Mevzunun en hareketli anında salon kapısı açılarak bir hademe:

-Mustafa Kemal Bey buyursunlar deyince, Atatürk:

nedir o? diye sormuş. Nazır beyefendinin kabul edeceğini söylemiş. Mustafa Kemal hademeye:

-Beklesinler... diyerek dönmüţ.Muavin ile olan muhaveresine devam etmiţ.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gözle görülmeyen yeri gören Atatürk

             

Sakarya Muharebesi’nden sonra idi. Kurmay subay cepheden alinan bilgilerlei_ Başkumandan Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e okuyordu. Bunlar arasında cephe kumandanlarından biri, Seyit Gazinin bilmem ne kadar doğu veya kuzeyinde bir düşman tümenin  görüldününden bahsediyordu.  Paşa kaşlarını çatarak:

 

            -Hayır orada düşman tümeni olamaz ve yoktur. Yazınız,  iyi baksınlar.  dedi.  Kurmay subay gittikten sonra orada iki saat daha kaldım.  Biz öğle yemeği yerken subay tekrar geldi:

 

            -Haber aldım gerçekten orada düşman tümeni yokmuş efendim,  dedi. Cephedeki kumandan gözle görülen bir düşman tümeninden bahsederken Gazi Paşa altı yüz kilometre uzaktan orada düşman tümeni olmadığını görüyor ve ihtar ediyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Liman Von Sanders'e oynanan oyun


                

 

Bir gün,  Atatürk’e Türk askeri hakkında ne düşündüğünü sormuşlardı...

            - Durun,  size bir hikaye anlatayım,  dedi.  Yildirim ordulari kumandaniydim.  Liman Von Sanders Paşa da o sırada kıtalarımızı denetime gelmişti.  Hastaneden yeni çıkmış bazı kişiler de her nasılsa bölüklerin arasına karıştırılmışlardı.

            Sanders :

            -Canım,  böyle adamları ne diye buraya gönderirler ?!..  Diye söylenerek hasta ve cılız bır askeri göğsünden itti.  Mehmetçik derhal yere yuvarlandı.

            Alman general_,  davasını ispat etmiş olmanın gururu içinde :

            - İşte görüyorsunuz ya,  dedi,  düşmek için sebep arıyormuş !..

            Oracıkta,  Fon Sanders’e küçük bir azizlik yapmak aklıma geldi.  Askerin yanına sokularak:

            -Ne kof ţeymiţsin sen,  dedim,  dikkat etsene,  seni yere yuvarlayan adam bizden değildir.  Ne diye kendisine karşı durmadin ? Şimdi tekrar yanına gelirse,  sıkı dur,  gücün yetiyorsa,  bir kafa da sen ona vur !..

            Sonra,  Fon Sanders’e dönerek :

             -Sizin takatsiz sandiğınız asker,  boş bulunduğu için yere yıkılmış.  Türk askeri amir karşısında dünyanın en uysal insanı olur.  Kendisine söyledim.   Hele gelsin,  bak bir daha beni yikabilir mi ? diyor.

            Fon Sanders,  askerlerle şakalaşmasını severdi.  Gülerek aynı askerin yanına geldi.  Fakat eli ile dokunur dokunmaz,  o dermansız mehmetten göğsüne öyle bir kakma yedi ki,  derhal sırtüstü yuvarlandı.  Fon Sanders,  mehmetçiğin bu karşılığına hiddet etmemiş,  bilakis Türk askerine karşı olan hayranlığı artmıştı.  O kadar ki,  yerden kalkınca ilk iţi,  gidip hasta Türk askerinin elini sıkmak oldu.

 

            Atatürk sözünü

 

            - İşte,  türk askeri budur !.. diyerek bitirmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ţimdi konuţabiliriz!

             

 

Musolininin Akdeniz illerimize göz diktiği sıralardaydı.İtalyan elçisi, Atatürk’e,  Musolininin bazı isteklerini söylemişti.  Atatürk bu sözleri bir süre dinledikten sonra,

 

            -Birkaç dakika sonra konuşalım,  diyerek başka odaya geçti. Döndüğü zaman asker elbisesi  üzerindeydi.

            - Şimdi istediğiniz  gibi  konuşabiliriz sayın elçi! dedi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 


 


 


 


 


 


 


Böyle geçilir…


                    

 

İngilizler Çanakkalede Anafartalar grubunu mağlup edip de cepheyi sökemeyince yeni bir harakete giriştiler,  bu cepheyi sağdan çevirmek istediler.

            Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepeyi tutmak lazımdı; Halbuki oraya giden tek bir dar yol savaş gemileri tarafindan makaslama ateş altında tutuluyordu.  Her an otuz sekizlik gülleler korkunç patlayıcılarla ortalığı alt üst ediyor; Ölüm saçıyordu; bir insanın değil,  kuşun bile geçmesine imkan görülemiyordu.

            Kireç Tepeyi tutmak emrini alan Türk subay ve askerleri tereddüt içndeydiler; firsat gözetiyorlardı.  Lakin düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu.

            Atatürk bu hali görünce siperlere koştu; askerlerin arasına karıştı ve sordu:

            - Niçin geçmiyorsunuz?

            Cevap alamayınca;

            -Oradan böyle geçilir!..  dedi ve ileri fırladı.

            Mehmetçik artık dururmu? O da kumandanının ardından ileri atıldı.  Toz,  duman,  alev ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar; tepeyi tuttular.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İngiliz Kralına verilen ziyafet

 

 

İngiliz kralı VIII. Edward İstanbul’a Atatürk’ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce:

- “Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz!...” dedi.

Ve nihayet bu sofra merasimini bilen bir zattan öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular... Akşam kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk'e dönerek:

- “Sizi tebrik eder ve teţekkür ederim. Kendimi İngiltere’de zannettim" diyerek memnuniyetini bildirdi.

Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral'a eğilerek:

- “Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim!” dedi. Bütün sofradakiler Atatürk'ün zekasına hayran oldular. Atatürk garsona da “vazifene devam et” emrini verdi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 


Doğuşundaki  fevkaladelik…


 

 


Atatürk kendisini insan üstü bir varlık olduğunu söylemelerini hiç hoş karşılamazdı. Çocukluk arkadaşı nuri conker'in sert şakalarını büyük bir neşeyle dinler ve hepimizin önünde tekrarlattırırdı.
Bir gün sofrada ismini zikretmek istediğim bir zat :
- paşam, demişti. Kimbilir çocukluğunuzda ne müstesna bir insandınız. Kimbilir, ne harikulade hatıralarınız vardır. Atatürk güldü ve nuri conker'e döndü:
- nuri, anlatsana!.. Dedi.
Nuri bey her vakitki şakacı diliyle:
- bakla tarlasında karga çobanlığı ederdi, cevabını verdi. Deminki suali soran zat, lafın bu yolu almasından fena halde ürktü. Suali ortaya attığına bin kere pişman oldu:
- aman efendimiz... Diyecek oldu. Atatürk hemen sözünü kesti:
Bana insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız.doğuşumdaki tek fevkaladelik, türk olarak dünyaya gelmemdir
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

 

 

 

Efelerin akşamı

 
Atatürk'ün Ankara'ya ayak basışının yıldönümü halkevinde ilk defa kutlanıyordu. Ankaralıların gönülden kopan kadirşinaslığı ile gündüzden beri heyecan içinde olan Atatürk efelerin oyunundan sonra yanına gelmelerini istedi. Efeleri yakınına konmuş iki sandalyeye oturmağa davet etti.
- Şimdi size soframdakileri tanıtayım. Bu büyük bir alimdir, tarih yazar ve okutur. Bu büyük bir yazıcıdır, olanı ve olacağı dile getirir.
Sofradakilerin hepsi için mahsus iltifat ve mübalağa dolu vasıflar buluyor, keskin, kesin, özlü methiyeler sıralıyordu. Sıra seymenlere geldi onlara döndü ve masadakilere tanıttı :
- Bunlar da, bu dünyanın en kahraman milletinin en yiğit insanlarından.  Bana gelice, eğer bundan daha iyi tarihimizi bilmesem, bundan daha iyi dertlerimizi dile getiremeseydim, bundan daha iyi asker, bundan daha iyi hatip ve sizden biraz daha yiğit olmasam başınız olmazdım!
Biran başını önüne eğdi, biran yüzünde koyu bir pembelik dolaştı gülümseyerek seymenin birine hitap etti:
- Bırak şunu bunu; ne Mustafa Kemal, ne reisicumhur ... İkimizde Türk, ikimizde efe ... Sen beni bilmiyorsun , ben seni... Dağda karşılaştık;benden korkarmısın, korkmaz mısın?
- Sayende düşmandan korkmadık kı, senden korkalım.
Cevap Atatürk'ün hoşuna gitmemişti : Düşmandan tabii korkmayacaksın, düşman bir başka, Türk değil ki korkasın gel bakalım, tam efe misin?
Başını dizine doğru çekti, gel bana desteklik et bakalım , dedi. Ve onun boynuna namlusunu dayadı; duvarın bir yerine nişan almaya başladı kurşun boynunun tüylerini yalayarak geçen seymende hiçbir kımıldama yoktu, oradakiler seymenin korkudan bayılığını sanıyordu, kurşunlar bitmişti.
Seymen doğruldu, yüzünde ne bir pembelik, ne bir sarılık vardı, hiç titremeyen, belki biran gürleyen ve gülen bir sesle;
- Kurţunlar bitti mi , paţam? Diye sordu :
Bu yüzdeki huzuru biranlık bakışla sezen Atatürk seymenin ata kurşunu insana zarar vermez inancı ile öyle dimdik ve sakin kalabildiğini anlamıştı. Birden tabancayı yere attı, gözlerinden iri yaşlar damlıyordu. Hıçkırıklı bir sesle dediki
- Demin söylediklerim yalandı, yanlıştı. Ben herşey değilim, ben hiçim. Ben hiç olurdum, eğer bu millet bana böyle inanmasaydı. Bu millet kılı kıpırdamadan benim uğruma canını vermeye hazır olmasaydı, ben hiçbir şey yapamazdım.
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder