DİL
DEVRİMİ (Ulusallaşmanın Önemli Bir Aşaması)
Atatürk
bizi, milliyetimize ve Türk ulusal bilincine sahip kılarken bir taraftan da
"Türk Ulusal Dili" üzerinde çalışıyor ve dil devrimini
gerçekleştiriyordu. Osmanlı devrinde cahil ile okumuş; devlet adamı ile halk,
birbirleriyle konuşup anlaşma olanağını hemen hemen yitirmişlerdi. Arabî ve
Farisî deyimler arasında Türkçe, neredeyse silinip gidiyordu. Bütün bu
karmaşıklığa son veren Atatürk olmuştur.
Dil devrimi, gerçekte milliyetçilik devriminin bir bakıma tamamlayıcısı olmuştur. Yeni harflerin kabulünden sonra ilk 10 yıl içinde dilimizdeki "özleşme" "arındırma" ve "gelişme" hızlanmıştır. Zira yeni yazı bizi Arapça ve Farsça sözlerden uzaklaştırıp, Türkçe konuşup yazmaya zorlamıştır.
Dil devrimi, gerçekte milliyetçilik devriminin bir bakıma tamamlayıcısı olmuştur. Yeni harflerin kabulünden sonra ilk 10 yıl içinde dilimizdeki "özleşme" "arındırma" ve "gelişme" hızlanmıştır. Zira yeni yazı bizi Arapça ve Farsça sözlerden uzaklaştırıp, Türkçe konuşup yazmaya zorlamıştır.
Bilindiği
gibi her ulusun bir dili vardır ve bu dilin de bir fonetiği, yani gırtlaktan
çıkan ses yapısı mevcuttur. Konuşulan dil; o dile uygun bir fonetikle
yazılamadığı takdirde o dil, dil olmaktan çıkar. Nitekim Türkçe'de gırtlaktan
çıkan sesli ve sessiz harfler bellidir. Eski yazı dediğimiz Arap Alfabesi ise
Türk insanının gırtlağından çıkan ses yapısına kesinlikle uymamaktadır.
Bu
açıklamadan da kolayca anlaşıldığı gibi Arap Alfabesindeki harflerle Türkçe bir
sözü yazmak dilcilik tekniği bakımından mümkün değildir. Bu böyle olduğu gibi,
İngiliz, Fransız ya da Rus alfabesindeki harflerle Türkçenin veya bir başka
dilin yazılması da mümkün değildir.
Bu
durumu herkesten önce gören Atatürk, Türk dilinin yazılışına uygun olan sesli
ve sessiz harfleri bilimsel metodla bir araya getirerek konuşma fonetiğimize
uygun bir yazı (alfabe) fonetiğini de bize kazandırmış oldu. Böylece, dilimiz
bacımsızlığa erişmiş; Arapça, Farsça kelimeler kendiliğinden ayıklanmaya başlanmıştır.
Dil
devriminin içinde yalnızca harf sorununun çözümlenmesi ile yetinilmemiş, aynı
zamanda terminoloji dediğimiz, bilim adamları tarafından konulmuş, insanlığın
müşterek malı olan uygarlığın her bir uzmanlık ve bu uzmanlıkların belli
bölümlerinin anlatımında kullanılan sözcükler ve deyimlerde de devrim
yapılmıştır.
Örneğin;
diplomatların, tabiplerin, teknisyenlerin, kimyacıların, matematikçilerin
uzmanlık dallan ile ilgili ayrı ayrı terminolojileri vardır. Türkçe
karşılıkları bulunamayan bu gibi deyimlerin, uluslararasında kullanılanları
kabul edilmiştir.
Cumhuriyete
kadar, Arap kültürü etkisiyle, Arap dili ve grameri ile türetilmiş uzmanlık
terminolojileri (ıstılâhları)'nı kullanıyorduk. Büyük Atatürk, batılılaşma
yolunda, batı terminolojilerini millileştirmeyi de dikkate alarak dilimize
kazandırmış, böylece batı bilimine kolaylıkla ayak uydurmak ve batı uygarlığına
yetişmek için, ulusumuza büyük bir atılım hızı kazandırmıştır.
Terminoloji
devrimi, dil devrimimizin bir bölümünü teşkil eder. Terminoloji denilen o
uzmanlık deyimlerini bilenler, yabancı dille de konuştuklarında kendi
meslektaşlarıyla kolayca anlaşırlar. Başka dillerle yazılmış mesleki eserleri
kalayca anlarlar. Uluslararası terminolojilerin kullanılması ulusal dilimize
zarar vermez. Ancak, bu konuda ölçülü davranmak da şarttır. Kendi dilimizde
karşılığı bulunan ve kullanılan bir deyim varken, uluslararası bir
terminolojidir diye gereksiz yere dilimize yabancı kelimeleri doldurmaktan da
sakınmalıdır.
Bu
arada şunu da belirtmeliyim ki, Ruslar, kendi "kril" alfabelerini
bütün azınlıklarına özellikle Türk asıllı olan uyruklarına zorla kabul
ettirerek tam bir asimilasyon (benzeşme) politikasını bu yoldan uygulamışlardır.
Rus harfleri ile Türkçe bir kelimeyi tam aksanı (söylenişi ile yazmaya,
konuşmaya olanak yoktur. Ruslar bu yolla orta Asya Türk dillerini bozmuşlardır.
Çin alfabesi ile Türk kelimesini yazmak nasıl mümkün değilse, bir İngiliz ya da
Alman fonetiği ve alfabesi ile Türkçe'yi ifade etmek de mümkün değildir.
Dil devrimi harf
devrimi ile bir arada görülmeli ve biri, diğerinin tamamlayıcısı olduğu
bilinmelidir. Ulusal dil bu şekilde yaratılır. Atatürk'ün, bu devrimi ile ne
kadar büyük bir iş yapmış olduğunu giderek daha iyi anlayabiliyoruz.
DİL
DEVRİMİNİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ
Dil
devriminin Atatürk'ün görüşündeki yerini tespit edebilmek için, kendisinin bu
konudaki düşüncelerini ele alacağız. Diyor ki:
"...Millet
dil, kültür ve ülke ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir
toplumdur."
Atatürk, dil bağını, ulus olabilmenin ilk şartları arasında görmüştür. Gerçekten de bu devrim, ulusal bir kültürün yaratılabilmesi için ulusal bir dilin yeniden canlandırılması amacına yöneliktir.
Atatürk, dil bağını, ulus olabilmenin ilk şartları arasında görmüştür. Gerçekten de bu devrim, ulusal bir kültürün yaratılabilmesi için ulusal bir dilin yeniden canlandırılması amacına yöneliktir.
Çünkü,
ulusal birliğin ilk unsuru kültür birliğidir. Halkla aydını birbirine
yaklaştıran en etkili araç hiç kuşkusuz, her iki zümrenin kolaylıkla
anlaşabilecekleri sade bir dildir. Atatürk 1932 yılında:
"Türk
dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için
bütün devlet teşkilatımızın, dikkatli, ilgili olmasını isteriz" (Söylev ve
Demeçler, C. I, 5. 311)
demiş
ve bu amaçla da 1932 yılında "Türk Dilini Tetkik Cemiyeti"ni
kurmuştur. Bu cemiyet aynı yıl içinde "Türk Dil Kurumu" ismiyle
çalışmalarını Atatürk'ün yakın gözetimi altında sürdürmüştür).
Dil
Kurumu, 1937 yılına kadar çok verimli bir çalışma göstermiş ve bilimsel
terimlerin önemli kısmı özleştirme ve arındırma sonucu olarak temiz bir
Türkçe'ye dönüştürülmüştür. Ancak, Atatürk'ün ölümünden sonra, Dil Kurumunun
aynı doğrultuda çalıştığını kanıtlayacak tutamaklardan oldukça yoksun
kalındığını söylemek, insafsızlık olmayacaktır.
Atatürk,
Dil ve Tarih Kurumlarının daha sonraki çalışma dönemleri için şu tarihi
direktifi vermiş ve işi, bu iki kurumun inisiyatifine terk etmiştir:
"Türk
Dil Kurumu çalışmalarına sonuna dek katılacak değilim. Tarih Kurumunun
kuruluşunu izleyen yıllarda, tarih üzerine arkadaşları teşvik için beraber
çalıştım; sonucunda bu kurum teşkilâtlandıktan ve çalışmalarına hız verdikten
sonra, Tarih Kurumunun çalışmalarına karışmıyorum. Kurum üyeleri bildikleri
gibi akademik çalışmalarına devam ediyorlar.
Dil
Kurumu çalışmalarına da ilgim böyle olacaktır. Dil bilginlerinin uzmanların
akademik çalışmalarına karışmayacağım. Sizin de -toplantıdaki Dil Kurumu Merkez
Kurulu Üyelerine hitaben- çalışmalarınızı bilimin son verilerine uydurmanız
gerekir." (1937)
Atatürk
tarafından başlatılan dilcilik çalışmaları, O'nun gösterdiği yönde geliştikçe
hiç kuşkusuz hedefine ulaşacak, aksi halde, yazı dili ile konuşma dili ve
halkla aydın dili arasında gene kopukluklar olacaktır. Tarihten ders almak bu
konudaki sorunun çözümü için en geçerli bir metottur.
Ana
dilin, asıl kaynaklarına dönüş zorunluluğunu Batı'da ilk kez ortaya atan Roma
filozofu Çiçeron'dur. Doğuda da dil ve kültür emperyalizmine ilk kez karşı
koyanlar, Türk dilini taş anıtlar üzerine işleyerek, düşmana karşı koruyan ve
sonsuzlaştıranlar, Göktürk Hakanları; Kül Tegin, Bilge Kağan ve Tonyukuk
olmuştur. Anadolu'da Türk dilini Farsça'ya karşı savunan ve koruyan Karamanoğlu
Mehmet Bey (1277) Selçuk Türk'ünün ilk dil devrimcisidir Dil devrimi bir ulusun
kendi kaynaklarını canıma, kendi asıl ana varlığına ve özüne sahip çıkma
davasıdır. Atatürk de bunu istemiştir.
Türk
dil devriminin, Atatürk'ün gösterdiği hedefe daha etken ve daha erken
ulaşabilmesi için, Türk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ile yine Atatürk
tarafından kurulan ve çalışma amacı ve dilcilik konusu yönünden aynı
sorumluluğu taşıyan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin çok sıkı bir işbirliği
halinde çalışmasında zorunluluk vardır. Bu gün için böyle bir işbirliğinin etkili
biçimde sürdürüldüğüne ait elimizde doyurucu ve yeterli belgeler mevcut
değildir.
Türk
dilinin istenilen amaç doğrultusunda gelişmesi, oluşması, benliğini bulup daha
da zenginleşmesi için; tarih bilincine dayalı, yaşayan Türkçe ve lehçelerine
saygılı bir sözcük üretimine Türk Dil Kurumunun ve konuyla ilgili
üniversitelerimizin hep birlikte başarılı çalışmalar yaparak, az zamanda dil
sorunumuzun, Atatürkçü düşünce içerisinde çözüme bağlanmasını beklemekteyiz.
Bu gün
dünya üzerinde çeşitli Türk lehçeleriyle konuşan 200 milyon Türk vardır. Bunun
yaklaşık 70 milyonu anavatanda yaşamaktadır. Dilcilikle uğraşan kurum ve
kuruluşların üzerinde durmalarında fayda görülen çok önemli bir sorun da, Türk
dilinin özleştirilmesi, geliştirilmesi ve arıtılması konusu üzerinde
çalışmalarını sürdürürken, dünya Türklüğünün müşterek bir dil çizgisine
yakınlaştırılmasını göz önünde tutmaları faydalıdır. Türkiye Radyolarının
elektro manyetik dalgalarının uzandığı coğrafî alan içinde yaşayan milyonlarca
Türk, Anadolu Türklüğü ile kültür birliğini ancak bu yolla devam ettirebilir,
dış Türkler de ancak bu yol ile anavatan Türklüğünün düşünce potasında
kalabilir.
Atatürk
Dil devrimini yaparken bu çalışmalarını Türk Tarih Devrimi diyebileceğimiz ve
birbirinden ayrılması mümkün olmayan diğer önemli bir konuyla beraber
yürütmüştür. Ayrıca, Türk dilini yabancı boyunduruğundan kurtarmak için,
"Harf devrimini" dil devriminin ayrılmaz bir parçası olarak görmüştür.
O halde, dil, tarih ve harf devrimleri, Türk ulusunun ulusal benliğe ve bilince
ulaşmasının birer aracı olarak kültürel yaşantımızda; üzerindeki
çalışmalarımızı ve bu konuda kazanılan değerlerimizi her gün daha da etkili bir
biçimde devam ettirmek, Atatürkçü bir düşüncenin savunulması olacaktır.
Eski
yazının hasretini duyanlar, dil üzerindeki çalışmaları kasıtlı olarak
baltalamaya çalışanların, aynı zamanda milliyetçi olmaları mümkün değildir.
DİL DEVRİMİNİN AMACI
- Özleşme:
(Gittikçe öz haline getirme),
- Geliştirme ve
arındırma (Dilimize yeni girecek sözlere Türkçe karşılık bulmak ve
kullanılan yabancı kelimelerin yerine öztürkçelerini yerleştirmektir).
- Sadeleştirme
gibi genel amaçları vardır.
Atatürk'ün yaptığı dil devriminin sonunda işte hepimiz birbirimizle rahatça konuşup anlaşabiliyoruz. Bir başbakanın sözünü bir köylü ve bir profesörün dersini genç bir çocuk anlayabiliyor. Türk Ulusu, Atatürk'den sonra böylece birbiriyle konuşur ve anlaşır hale gelmiştir.
O halde tarihimize, dilimize ve milliyetimize sahip çıkmak ve bunların üzerine titretmek, gelişmelerine yardıma olarak çalışmak, Atatürk ilkelerine sahip olmanın bir anlamını taşır.
Bu konuda dikkat edilecek husus; kültürel ilişkilerimizi devam ettirmek durumunda bulunduğumuz, siyasi sınırlarımız dışındaki büyük Türk kütleleriyle anlaşabileceğimiz bir dil yapısına kavuşmaktır. Aksi takdirde, TRT'nin Türkiye'nin Sesi Radyosundan dünyaya Türkçe seslenen spikerini kim anlayacaktır? Anlaşılabilir bir dil kullanılmadıkça bu kültürel bağ nasıl korunacaktır. Kanımca bu hususa özen göstermekte yarar ve zorunluluk vardır.
Dil devrimi, ulusal bir kültürün gelişmesi için, ulusal bir dilin yeniden canlandırılması prensibine dayanır. Atatürk, Türk ulusunu ulusalcılığa ve ulusal bilince sahip kılarken, ulusalcılığa ve ulus olabilme faktörlerinden en önemlisini oluşturan "ulusal Türk dili" üzerinde bizzat çalışmalar yapmaya başlamıştı.
Osmanlı döneminde ve hatta İslâmiyet sonrası Türklük dünyasında Türk dili büyük sarsıntılar geçirmiştir. Oysa ki, Türk ulusunun yer küresi üzerinde yaşadığından bu yana bağımsız bir sözlü edebiyatı, dili ve Orhun Kitabelerinden örendiğimize göre de V. ve V. yüzyıldan itibaren de yazılı bir edebiyatı olmuştur. Bu gerçeğe rağmen, Atatürk dil devrimini yaptığı yıllara kadar Türk ulusu bir bütün olarak birbirleriyle konuşup anlaşabilme olanağını yitirmiş bulunuyordu- Okumuş-cahil ile, yönetici-halk arasında, dil birliği tamamen yok olmaya yüz tutmuştu.
Dil devrimi, gerçekte ulusçuluk ilkesinin tamamlayıcı bir unsuru olmuş ve halkın konuştuğu dili esas aldığından dolayı da Halkçılık ilkesine hizmet etmiştir. Atatürk diyor ki:
"ulusal duygu ile dil arasındaki bağ, çok kuvvelidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duyguların gelişmesinde başlıca etkendir. Ülkesini, bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini ve yabancı boyunduruğundan kurtarmalıdır."
"ulusalcılığın çok belli niteliklerinden biri dildir. Türk ulusundanım diyen insan, her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz ..."
"Türk milletinin milli dili ve milli benliği, bütün hayatına hakim ve esas kalacaktır..."
HARF DEVRİMİ
1 Kasım 1928'de Latin esasından alınan harfler, (Türk dilinin özelliklerini belirten işaretlere de yer vererek) "Türk harfleri" adıyla 1353 Sayılı Kanunla kabul edilmiştir. Yazı dilinde kullanılan Arap harflerinin yerine Türk harflerinin alınmasını ifade eden Harf Devrimi yapılmıştır.
Arap harflerinin Türkler tarafından kullanılması, İslamiyet'in kabulünden sonra başlamış ancak bu harfler, Türk diline hiç bir zaman uyamamıştır. Türkçe, Arap harfleri ile kolay yazılıp okunamıyordu. Harf İnkîlabının hedefi, okuyup yazmayı kolaylaştırmak ve yaymak, modern öğretim ve eğitimin gerçekleşmesini sağlamaktı. Harf İnkılabının ilk adımı, 20 Mayıs 1928'de 1288 sayılı kanunla, Arap rakamlarının kullanılmasına son verilerek, uluslararası rakamların kabulü ile başlamıştı.
Atatürk, 9 Ağustos 1928 gecesi İstanbul'da Sarayburnu Parkı'nda düzenlenmiş bir şenlik sırasında, Harf Devrimini halka duyurmuştur; "Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Arkadaşlar, bizim güzel ahenkli, zengin lisanımız (dilimiz) yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlaşacağız ki, Milletimizin yazısıyla kafasıyla bütün medeniyet aleminin yanında olduğunu gösterecektir. Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Bütün millete, kadına, erkeğe, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz" demiştir. Harf Devrimi, büyük bir tarihi olaydır. Çünkü, sosyal, kültürel ve siyasi alanda geniş yankıları olmuştur.
1 Kasım 1928'de Latin alfabesine dayalı yeni Türk Alfabesinin kabulünden sonra, 24 Kasım 1928'de yayımlanan Millet Mektepleri Talimatnamesi gereğince, yurdun her köşesinde Millet Mektepleri açılmış, halka yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir. Atatürk bu çalışmalara "Millet Mektepleri Başöğretmeni" sıfatıyla katılmıştır.
TÜRK DİL KURUMUNUN KURULUŞU
Osmanlı döneminin son yıllarında bazı aydınlarca başlatılan öz Türkçe’ye yöneliş çabaları, Türk dilinin yabancı, özellikle Arapça, Farsça sözcüklerden arıtılması, devlet yazışmalarının, okullardaki öğretinin halkın anlayabileceği Türkçe ile yapılması, Arap Fars karışımı Osmanlıcanın yanında “kaba Türkçe” olarak adlandırılan asıl Türkçe’nin geliştirilmesi Cumhuriyetle birlikte bir devlet siyasası olarak ele alınmıştır. Gerçi 1876 Anayasasının 18. Maddesinde “Tebaaî Osmaniye’nin hidematı Türkçe’yi bilmeleri şarttır” denilmektedir, fakat bu anayasada kullanılan dil hemen tümüyle Arapça, Farsça ya da bunlardan türetilmiş, Osmanlıca sözcüklerden oluşmuştur. Devletin dilinin Türkçe olduğunu söyleyen bu 18. Maddede bile “Tebaa” (uyruk), “Hidemat” (hizmetler, görevler, işler), “İstihdam” (görevde, işte, hizmette kullanma, çalıştırma), “Lisan” (dil), “Şart” (koşul) gibi beş yabancı sözcük kullanılmış, üç de yabancı dil kurallarına göre düzenlenmiş olan tamlamaya başvurulmuştur. Bu bile Anayasa’da yer alan “devletin resmî dili Türkçe’dir” deyiminin ne ölçüde sağlama (!) alındığını ortaya koymaktadır.
Anadolu ulusal eyleminin yarattığı Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk hükümet izlencesinin millî eğitimle ilgili bölümüne “halk kitlesinden lügatları toplayarak dilimizin kamusunu yapmak” deyimi konarak dil konusuna verilen önem belirtilmiştir. Ancak ilk yıllarda Kurtuluş Savaşı’nın başarılması en büyük ve tek amaç olduğu için izlencede böyle bir görevin yer almasına karşın konu üzerinde durulamamıştır. Aslında Türkçe’nin unutulur hale gelmesinin “Kaba Türkçe” olarak anılmasının, en büyük nedeni Osmanlı dönemi boyunca medreseler olmuştur. Buralarda okutulan dil Arapça, Farsça, Osmanlıca olduğu, Kur’an dili Müslüman dili sayıldığı için Türkçe ile devlet uzaktan yakından ilgilenmemiştir. 1924’te Türkçe için en büyük engel sayılan medreseler kaldırılmış, yeni alfabenin kabulü ve ulus okullarında halkın anlayacağı dille öğrenimin sürdürülmesi tüm okulların Milli Eğitim Bakanlığına bağlanması, böylece eğitimde birliğe gidilmesi sonucu dille ilgili çalışmalar daha da yoğunlaşmış ve sonunda 12 Temmuz 1932’de gene Mustafa Kemal’in önerisi ile o günkü adı “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” olan Türk Dil Kurumu kurulmuş ve 26 Eylül 1932’de ilk Dil Kurultayı toplanmış, dil üzerinde yapılacak çalışmalar bir izlenceye bağlanmıştır.
Türk Dil Kurumunun çalışmaları boyunca halk dilindeki tüm sözcükleri toplanmış, eski yazılar, kitaplar taranarak bunlardaki sözcükler bir araya getirilmiş ve bu çalışmalar ciltler tutan kitaplar halinde Kurumca yayınlanmıştır. Eğer bugün tüm öğretim kurumlarında okutulan derslerin kitaplarında; tüm öğretim kurumlarında okutulan derslerin kitaplarında; tüm devlet yazışmalarında, özel ya da devletin yayınladığı kitaplar, gazeteler, dergilerdeki dil tüm yurttaşlar tarafından anlaşılabiliyorsa bu Cumhuriyetle başlatılan dil çalışmalarının, sözcük üretme çabalarının sonucudur.
Dilde Türkçe ye dönüş, Türk dilini geliştirme, öz benliğine kavuşturma atılımı Türk devriminin ulusçu, halkçı, lâik ve devrimci ilkelerinin gereğidir. Dilde Türkçecilik akımı devrimin halka, tüm ulusa benimsetilmesinde, ulusal ekinin, Kemalizm düşünüsünün yaygınlaştırılmasında, halkla aydın kesimin birbirini anlar hale gelmesinde; dil yönünden yönetenlerle yönetilenler arasındaki yabancılığın giderilmesinde en büyük etken olmuştur. Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşıp en uzak yurt köşelerine kadar ulaşması, tüm yurttaşların kadını ve erkeğiyle okur yazar hale gelmesi bu akımı daha da güçlendirecek ve Türk dili türetilecek yeni sözcüklerle gelişen bilim ve uygulayımbilim alanında da yeni sözcüklere ve kavramlara kavuşacaktır.
Kaynak: Em. Tümgeneral, Olcayto, Turhan; Dinimiz ve Emrediyor, Atatürk Ne Yaptı? "Devrimimiz İlkelerimiz", sf: 112, 8. Baskı, Ajans- Türk, Ankara, 1998.
Kaynak: Em. Tümgeneral, Olcayto, Turhan; Dinimiz ve Emrediyor, Atatürk Ne Yaptı? "Devrimimiz İlkelerimiz", sf: 110-111, 8. Baskı, Ajans- Türk, Ankara, 1998.
Kaynak:
Prof. Dr. Suna Kili; Türk Devrim Tarihi III, sf. 76-78. Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık, 2000.
Kaynak: http://www.ataturk.net/
Kaynak: Em. Tümgeneral, Olcayto, Turhan; Dinimiz ve Emrediyor, Atatürk Ne Yaptı? "Devrimimiz İlkelerimiz", sf: 114-115, 8. Baskı, Ajans- Türk, Ankara, 1998.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder