YUSUF ATILGAN’IN
HAYATI
Yusuf Atılgan
1921’de Manisa’da doğdu. Manisa Ortaokulu’nu (1936), Balıkesir Lisesi’ni (1939)
ve ikinci sınıftan sonra askeri öğrenci olarak devam ettiği İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi(1944);
A. Nihat Tarlan yönetiminde hazırladığı bitirme tezinin konusu “Tokatlı Kâni:
Sanat, Şahsiyet ve Psikoloji” idi. O dönemde Akşehir’de bulunan Maltepe Askeri
Lisesi’nde bir yıl edebiyat öğretmenliği yaptı(1945). 1946’da Manisa’nın
Hacırahmanlı köyüne yerleşti ve burada çiftçilikle uğraştı. 1976’da İstanbul’a
döndü; 1980’den sonra Milliyet (daha sonra Karacan) Yayınları’nda danışmanlık
ve çevirmenlik, kısa bir süre de Can Yayınları’nda redaktörlük yaptı. Üzerinde
çalıştığı Canistan adlı
romanını tamamlayamadan kalp krizi sonucu Moda’daki evinde öldü (9 Ekim 1989).
Aylak Adam ve Anayurt
Oteli adlı romanlarında psikolojik yabancılaşma ve yalnızlık
temasını başarıyla işleyen bir yazar olarak tanındı ve modern Türk edebiyatının
önde gelen ustaları arasında ter aldı. Anayurt Oteli
1987’de Ömer Kavur tarafından aynı adla sinemaya aktarıldı.
1955’te Tercüman gazetesinin öykü
yarışmasında
“Evdeki” öyküsüyle (Nevzat Çorum adıyla) birincilik, “Kümesin Ötesi” öyküsüyle
(Ziya Atılgan adıyla) dokuzunculuk kazandı. Aylak Adam
romanıyla
1957-58 Yunus Nadi Roman Armağanı’nda ikincilik ödülü aldı. Ölümünün ardından Yusuf
Atılgan’a Armağan (1992) adlı
bir kitap yayımlandı.
Kitapları:
Roman: Aylak
Adam (1959), Anayurt Oteli (1973), Canistan (2000).
Öykü: Bodur
minareden Öte (1960), Eylemci (Bütün Öyküleri; 1992). Çocuk Kitabı:
Ekmek
Elden Süt Memeden (1981). Çeviri: Toplumda Sanat (K. Baynes; 1980).
EDEBİ
KİŞİLİĞİ
Cumhuriyet
Dönemi edebiyatı yazarlarımızdan
olan Yusuf Atılgan romanlarının merkezine “bireyin yalnızlığı”
konusunu oturtmuştur. Özellikle Aylak Adam ve Anayurt Oteli romanlarında
“yalnızlık” bir sorun olmaktan çıkmış bir sorunsala dönüşmüştür. Yazar insan
ruhunun derinliklerine inmiş, insanın içindeki kötülük tohumlarını gözler önüne
sermekten çekinmemiştir. Onun romanları
özellikle karakter yaratmada oldukça başarılıdır.
Romanlarını
oluşturmadan önce belli bir hazırlık ve planlama dönemi yaşadığını tespit
ettiğimiz Atılgan, eserlerinin yapı bakımından nasıl oluştuğunu ve oluşacağını
hikayeleriyle göstermiş olur. Yazarın
Bodur Minareden Öte adlı hikaye kitabı kentten, kasabadan ve köyden olmak üzere
üç bölüme ayrılır. Bu bölümleme Atılgan’ın
romanlarında
da göze çarpar. Yazarın ilk romanı Aylak Adam bir kentlinin romanıdır. İkinci
romanı Anayurt Oteli’nde ise olaylar bir kasabada geçer. Son romanı olan
Canistan bir köy romanıdır. Bu üç kesimin insanları ve hayatı romanlarında
ustaca anlatılmıştır.
Bunun
yanında
Atılgan’ın üslupçu bir yazar olduğunu da söylememiz mümkündür. Her kelimenin ve
cümlenin üzerinde düşünüldüğü, bunların özenle seçildiği açıkça görülebilir.
“Yusuf
Atılgan’ın iyi romancı olduğu kadar da ‘üslupçu’
olduğu hemen bütün eleştirmenlerce benimsenmiş bir hükümdür. Romanının her
cümlesini ‘Yeniden yeniden yazdığı’ söylenmiştir. Bu titizliği yüzünden, bir
ömür boyu iki roman verebilmiştir. Aylak Adam üzerine konuşurken kendisi de
‘Bence roman, şiir gibi yazılır. Romanda deyişin çok büyük önemi var.’ Diyordu.
Böylece romanın ‘mesajından’ ziyade bir üslup meselesi olduğunu, o yıllarda
(1959) köy ve toplum ‘bildiri’cilerine karşı, cesaretle anlatıyordu.”
“Atılgan,
romanının her cümlesi üzerinde sabırla çalışmış, belli, her cümle güzel bir
şiirdeki sözcükler gibi, yerli yerine oturmuş. Bilinçli bir dil çabası var.
Üstelik üslubu var. Şunun için ‘üstelik’ diyorum: son zamanlarda temiz dil,
bütün romancılarımızın baş kaygısı; ama temiz bir dille yazmak, aydın takımının
ulaştığı ortalama dili sürdürmek başka, kişisel bir üslubu olmak başka.
Romancılarımızın çoğunun dilleri temiz, ama üslupları yok, dili kendilerine
özgü kullanışları, yoğuruşları yok. Atılgan’da bu var. Ortalama bir aydın
dilini sürdürmekle yetinmiyor; kendi üslubunu bulmuş.”
Atılgan’ın
Aylak Adam romanı klasik roman tekniğine yakın tarzda yazılmıştır. Fakat yazar
üslubu hareketlendirmek için kahramanlarına günlük, mektup yazdırır; bazen de
olayları birinci tekil kişi ağzından anlatır. Canistan romanı Aylak Adam’dan da
klasik bir tarzda yazılmıştır. Yazar bu romanında herhangi bir biçimsel arayışa
girmemiştir.
Anayurt
Oteli ise teknik açıdan da farklılık gösterir. Roman,
tekniğiyle de bir şeyler anlatmak ister. Yazar Aylak Adam’da iç çözümlemelere
giderken Anayurt Oteli’nde bu yolu bırakır ve karşıtlıklardan yararlanır.
“Yazar
psikolojik yöntemi bir yana bırakır ve onun yerine
birtakım karşıtlıklara dayanan bir yapıdan yararlanmaya çalışır. Bu yapıyı
açıklamak için, anlatının kurgu, karakter, zaman ve mekan gibi öğelerine
yayılmış ve metni bütünleyici bir rol oynayan iletişimsizlik/iletişim
karşıtlığı ile bu ana karşıtlıktan doğan birey/toplum, kapalı/açık,
susma/konuşma, içerisi/dışarısı karşıtlıklarına başvurmamız gerekecektir. Bir
de tekrar edilen motiflere.”
Yusuf
Atılgan
sanat anlayışını Aylak Adam romanında Açıkça belirtmiştir. Kelimelere
gösterdiği özeni, cümleler üzerinde uzun uzun düşündüğünü C.’nin ağzından
okuyucuya aktarır.
“İş
yapmayı düşünen Aylak Adam, kendisini avutacağını bilmekle beraber, herkesin,
her gün yaptığı biteviye, otomatça işlerden de nefret etmektedir. Ancak ‘yaratıcı
ve orijinal’ bir iş yapmaya karar verdiği zaman rahatlamaktadır. ‘Yaratıcı güç
iş’ derken ‘yazmayı
kastetmektedir. Yazı yazarken C.’nin bir sıtma halinde gibi sürekli çalışması,
yazma tarzı, üslup ve kelimeler üzerinde düşünceleri, ‘Cümle üzerinde saatlerce
durması, düşünceleri seçmek
sorumluluğu, kelimeleri yetersiz bulması’ tıpatıp Atılgan’ın fikirleridir.
Yazarlığa, tasarıları ve hevesleriyle de Atılgan ‘Aylak Adam’ın’ kendisidir.”
Yazar
romanlarında
okuyucuya büyük güven duyar. Romanda yöneltilen bir sorunun cevabı birkaç sayfa
sonra soru tekrar edilmeden verilir. Örneğin; 52. sayfada C. Güler’in
gözlerinin ne renk olduğunu merak eder. Yazar bunu okuyucuya aktardıktan sonra
62. sayfada bu sorunun cevabını verir. “koluna değdi,
durdurdu. Koyu maviydi.”
Romanlarındaki
ortak özelliklerden biri de ayrıntıları ve çağrışımları ustalıkla
kullanmasıdır. Anlık çağrışımlar önceleri önemsiz
gibi görünse de bunlar kahramanlarının ruhsal durumlarını
açıklaması bakımından oldukça önemlidir. Ruh tahlillerinde Freud’a inandığı göze
çarpmaktadır.
“Burada
ve romanın bütününde, Freud’a iman ölçüsünde
inanmış bir adamın ruh tahlilleri görülüyor. Her iki romanda C.’nin de
Zebercet’in de hemen bütün benlikleri ve çevreleri kadınla ‘cinsellik’le, çok
yerde lüzumundan fazla açık sözler ve sahnelerle doludur. Bazen öyle gelir ki,
Atılgan, iki kahramanını ve öbür figürleri, Freud’un (sonunda bir kısmı Adler
ve Yung tarafından çürütülmüş olan) nazariyeleri için bir uygulama alanı
yapmıştır. Her satırında Freud’un insan ruhunu erotik açıdan bir kehaneti
dile gelmektedir.”
Yusuf
Atılgan’ın
romanlarının alt yapısında J. P. Sartre’ın “Başkaları cehennemdir” sözü
oluşturmaktadır denilebilir. Bu özellikle ilk iki romanında belirgindir. Onun
bakış açısında “abes ve saçma” düşüncesi yer alır. Kahramanlar yaşamın kısır
döngüsünü anlamlandıramazlar. Varolan düzene ayak uyduramazlar. Bu yüzden önce
hayatı kendilerine göre anlamlandırma çabasına girerler. Başarısızlık onlar
için büyük bir hayal kırıklığı, hayal kırıklığı ise yenilgi demektir.
SONUÇ
Yusuf
Atılgan
Türk romanına yapısal, tematik, tip ve karakter bakımından değişiklik getirmiş
yazarlarımızdandır. Atılgan’ın romanlarına kadar iç dünyası, ruhsal bunalımları
ve çözümlemeleriyle ele alınan tipler, edebiyatımızda
çok
sık
rastlayamayacağımız tarzdadır. Atılgan
romana tutunamayan, aylak, düzene ayak uyduramayan, sorgulayan insan tipini
getirmiştir.
Bizde
bu değişiklik
20. y.y.’a rast gelirken Avrupa’da bir yüzyıl
öncesine yani 19. y.y.’da, 1839 yılında Lermontov’un yazdığı “Zamanımızın
Kahramanı” adlı romanla başlar. Bunu Griboyedov’un yazdığı “Akıldan Bela” ve
Gonçarov’un yazdığı “Oblomov” adlı romanlar takip eder.
“Çağımızın
Bir Kahramanında Lermontov, XIX. Yüzyıl Rus edebiyatının Puşkin’in Evgeny
Onegin’i ile ülküleştirilen ‘romantik’ tiplerine karşı yeni ve değişik bir
insan tipini koyar ortaya: Peçorin.”
Bu
konuyla ilgili Fethi Naci’nin fikirleri şöyledir:
“Yusuf
Atılgan’ın romanını okurken Lermontov’un romanını,
Zamanımızın Kahramanı’nı hatırladım. Lermontov, Aylak Adam’ın yayımlanmasından
yüz yirmi yıl önce, 1839 yılında, bitirdiği romanına, 1841 yılında yazdığı ön
sözde şöyle diyordu: ‘Zamanımızın Kahramanı, sayın efendilerim, hakikaten bir
portredir, fakat bir tek insanın değil; bu bütün neslimizin, tam gelişme
halinde bulunan, kusurlarından vücuda getirilmiş bir portredir.’ Atılgan’ın
romanını bitirince, Lermontov’un ön sözünün sonu geldi aklıma: ‘Hastalığın
meydana çıkarılmış olması da yeter... Tedavisine gelince, orasını Allah bilir!’
Zamanımızın Kahramanı’nı yeniden okudum. Peçorin’le Aylak adam’ın benzer
koşullar içinde yaşamaları, toplumun çözülüş yıllarının
aydın kişileri olmaları, Lermontov’un romanında
Atılgan’ın kişisini aydınlatan parçalar bulmama yol açtı; Peçorin’le Aylak Adam
arasında benzerlikler buldum. Bunu Atılgan’a karşı söylemiyorum; çünkü iki
romancının kişilerini ele alışları, söylemek istedikleri arasında önemli
ayrımlar var; bunları görmemek, Atılgan’ın Yunus Nadi Armağanı’nda ikinciliği
kazandığı günlerde Kim dergisinde roman için yazı yazan eleştirmenin Aylak Adam’la
H. de Montherlant’ın Genç Kızlar’ı arasında ilişki kurması kadar saçma olur.”
Yusuf
Atılgan’ın
romana getirdiği değişikliği Oğuz Atay’ın 1971 yılında yazdığı “Tutunamayanlar”
adlı romanında çok daha gelişmiş bir şekilde
görebiliriz. Oğuz Atay da Atılgan gibi bireyin sorunlarına eğilmiş ve burjuva
zihniyeti karşısında bireyin isyanını dile getirmiştir. Atay ve Atılgan’ın
romanlarında göze çarpan ortak özelliklerden biri de biçimle ilgili ortak
tutumlarıdır. Her iki yazarın da Tutunamayanlar ve Anayurt Oteli’nde biçimi
önde tutarken konuyu bir araç olarak kullandıkları görülür.
“Atay
ve Atılgan’ı birleştiren ve öncekilerden ayıran bir
özellik de biçimle ilgili tutumlarında bulunur. Edebiyatta iki karşıt eğilim
yüzyıllar boyu kendini göstermiştir. Bir yanda, okura herhengi bir konuda
(ahlaksal, siyasal, toplumsal vb.) söyleyecek bir sözü olduğu için yazan ve bu
sözü sunuş biçimini yalnızca bir araç olarak kullanma eğilimi gösteren yazarlar
vardır. Beri yanda ise sunuş biçimini asıl amaç sayarken konusunu bir araç
olarak kullanma eğilimi gösteren yazarlar buluruz. Genel olarak Türk romanında
birinci eğilim egemenken Tutunamayanlar’da ve Anayurt Oteli’nde öteki eğilimin
güçlendiğini görürüz. Başka bir deyişle, bu iki yazarı, dile getirdikleri
bireyin sorunları kadar, hatta ondan çok bu sorunları dile getirmek için
başvurdukları ya da icat ettikleri anlatım yöntemleri ilgilendiriyor.”
Tutunamayanlar
romanındaki
insanlar, düzene ayak uyduramamış, burjuvaların kurallarını, değer yargılarını,
beğenisini, yaşam biçimini reddeden, topluma yabancılaşmış, yalnız insanlardır.
Yusuf Atılgan’ın yarattığı tipler de böyledir. Kendilerini toplumun dışında
hisseden, düzene ayak uyduramayan, gittikçe yalnızlaşan insan tipi.
İnsan tipinden bahsetmişken Yusuf Atılgan’ın romanlarındaki
tipleri karşılaştırmak doğru olacaktır. Yazarın ilk romanında başkişi Aylak
Adam yani C.’dir. Yazar, kahramanın adını bile vermez. C. geçmişinden
kurtulamayan, paralı fakat aylaklığı seçmiş, kendini yalnız hisseden, hayatta
tutunulacak tek dalın gerçek sevgi olduğuna inanan, aydın ve kentli bir
insandır. Dış görünüş olarak da etkileyici ve yakışıklıdır.
Anayurt Oteli’nin kahramanı Zebercet ise taşralı, yoksul,
güçsüz, çelimsiz, çirkin yüzlü ve içine kapanıktır. Bu yönleriyle C. ve
Zebercet birbirine zıt iki karakterdir. Fakat her ikisinin ortak özelliği
yalnız olmaları, aradıkları hayatı ve aşkı bulamamaları, topluma
küskünlükleridir. C. istediği kadınla birlikte olabilen, cinselliği yaşayabilen
biridir. Buna rağmen geçmişinden kurtulamadığı için cinsel hayatında sorunlar
yaşar. Zebercet ise hayatında bir kez bile bir kadınla karşılıklı, sıcak bir
cinsel ilişki kuramamıştır.
“Aylak Adam’ın
başkişisi ile Anayurt Oteli’nin başkişisi, birbirlerine kesinlikle karşıt
olan tipler. Atılgan’ın
dünya görüşü açısından bakılırsa, bu bir rastlantı
değil. Anayurt Oteli’ndeki otel katibi Zebercet,
saçmaya varan bir monotonluğu simgeliyorsa, Aylak Adam bunun tam karşıtı olan
tipi simgeler. Atılgan, bu iki karşıt tipte insanın durumunun değişmediğini
vurgulamak, bu karşıtların birbirlerine dönüşebileceğini belirtmek, iki durumun
da bir olguyu, yabancılaşma olgusunu dışlaştırdığını göstermek istiyor.”
şeyleri yapmışlardır. Zamanın oradaki
akış hızına uymuşlardır. Belirli bir ritm içerisinde kurmuşlardır hayatlarını.”
Atılgan’ın romanlarında
olay örgüsüne bakacak olursak; ilk iki romanında
olayların arka planda kaldığını görürüz. Burada olayların yerini kahramanların
iç çekişmeleri, ruh tahlilleri almıştır. Yazar yarattığı tiplerin ruhsal
sorunlarına ve gittikçe toplumdan uzaklaşarak yalnız kalmalarına dikkat çekmek
istemiştir.
Yazarın
romanlarındaki temalar da daha önce yazılmış romanlara göre daha farklıdır
diyebiliriz. Bunların başında kahramanların düzene başkaldırıları, aşk,
cinsellik, yalnızlık, hayal kırıklığı gibi temalar yer alır. Tematik bakımdan
yazarımızı daha önceki bir çok yazardan ayıran ve özgünleştiren, onun bireyin
yalnızlığına yaptığı kuvvetli vurgudur.
Son
olarak romanların bitiminde kahramanların yaşadıkları
sona değinmek doğru olacaktır. Üç romanda da kahramanlar
mutlu sona ulaşamazlar. Yazar bunu
bilinçli olarak yapmıştır. Onun
kahramanları tam olarak yaşamın bilincine varamamışlardır.
Atılgan ise kahramanların yaşama biçiminin ve içinde yaşadığı toplumsal
koşulların bilincindedir. Yazar, kahramanlarının
ulaştığı sona bağlı olarak okuyucularının olumsuz etkilenişlerini
engellemek amacıyla, romanlarında
işlediği
temaların
dışında
hayatta tutunulacak başka dalların
olduğunu
göstermek yoluna gitmiştir.
KAYNAKÇA
AKTAŞ,
Şerif; Roman Sanatına Giriş,
ATILGAN,
Yusuf; Aylak Adam, Yapı Kredi Yay., 6. Baskı, İstanbul,
Ağustos 2001.
_______________;
Anayurt Oteli, Yapı Kredi Yay., 6. Baskı, İstanbul,
Haziran 2001.
_______________;
Canistan, Yapı Kredi Yay., 2. Baskı, İstanbul, Eylül 2001.
ÇELİK,
Behçet; Yusuf Atılgan’ın Bitmemiş Son Romanı Canistan, Virgül Dergisi, Aralık
2000.
KABAKLI,
Ahmet; Türk Edebiyatı 5. Cilt, Türk Edebiyatı Yay.,
İstanbul, 1997.
MORAN,
Berna; Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış 2, İletişim
Yay., 8. Baskı, İstanbul 2002.
NACİ,
Fethi; On Türk Romanı, Ok Yay., 1. Baskı, İstanbul, Ocak 1971.
YAVUZ,
Hilmi; Roman Kavramı Ve Türk Romanı, Bilgi Yayınevi,
Ankara, Mart 1977.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder