|
Halit Refiğ*
1967 yılı sonlarında Devlet
Ana romanı yayınlanana kadar Kemal Tahir Türkiye’de daha çok sol aydınların
sınırlı ilgi gösterdikleri bir yazar olarak tanınmaktaydı. 1938 yılında Nazım
Hikmet’in yanı sıra Yavuz zırhlısında bir komünist ayaklanması tertibi içinde
bulunduğu ithamıyla 12 yıl hapis yatmış olması Marksist düşünce çevrelerinde
ona belli bir saygınlık kazandırmıştı. Cezaevinden çıktıktan sonra yayınlanan
ilk kitapları, Göl İnsanları, Sağırdere ve Körduman klasik Marksist
şemalara uymamakla birlikte, Orta Anadolu köy yaşamına bakıştaki keskin
gözlemciliği, nesnel gerçekçiliği ve ifade gücü ile olağan dışı bir yazarın ilk
ürünleri idi.
Cezaevinde yazılan bu ilk
romanların müsveddelerini Nazım Hikmet okuduğunda Kemal Tahir’e övgü dolu
mektuplar yazmış, ama bunlarda “fakir ve zengin köylü münasebetlerinin,
derebeylik bakayası, sınıf ve tabaka çatışmalarının eksikliği”ni hissettiğini
ifade etmiş, yeni pasajlar yazıp bu eksikliği gidermesini önermişti.
Nazım Hikmet mektuplarını
saklamadığı için Kemal Tahir’in o tarihte bu görüşlere nasıl bir karşılık
verdiğini bilmiyoruz. Ama daha sonra yazdığı Köyün Kamburu ve Yedi Çınar
Yaylası adlı romanlarında, Türkiye’de Batı’daki gibi toprak mülkiyetine
dayanan bir feodal sistem olmadığını ilere sürmekteydi. Ona göre Türkün köksüz
toprak ağasını Batı’nın lorduna, baronuna benzetmemek gerekiyordu.
Kemal Tahir’in Türkiye’de
edebiyat çevrelerinde geniş yankı yapan ilk romanı Rahmet Yollarını Kesti oldu. Bu roman, Yaşar Kemal’in devlete başkaldıran eşkıyayı kahramanlaştırdığı İnce Memed romanının çok yaygın bir
ilgi ile karşılandığı dönemde yazılmıştı. Yaşar Kemal’in aksine Kemal Tahir eşkıyanın devlet gücü karşısında perişan
olmaktan kurtulamayacağını ifade ediyordu. Rahmet Yolları Kesti’nin yayınlamasından çok sonra Türkiye’de
ortaya çıkan silahlı başkaldırıların tümünün nasıl hüsran ile sonuçlandığı göz
önünde tutulduğunda, Kemal Tahir’in, Batı’dan esinlenme “devlete karşı halk” romantizmine, soğukkanlı ve bilgece
yaklaşımının ne kadar çok daha gerçekçi olduğu görülebilir.
Kemal Tahir ilk romanlarında Türk
toplumunda Batı’dakine benzer sınıf çatışmaları olmadığını ortaya koyarken,
daha sonraki romanlarında sınıf yerine
devletin birleştirici ve koruyucu güç olduğunu ifade etmeye başlamıştır. Yorgun Savaşçı bunun en güçlü
örneğidir. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin çöktüğü, ülkenin
işgal altında kaldığı karanlık günlerinde asker, sivil bir grup aydının yeni
bir devlet arayışı hikâye edilmektedir. Kemal Tahir’e göre Batı’da devlet
olmadığı zaman da, sınıfların ve onu temsil eden kilisenin varlığı sayesinde
toplumlar dağılmaktan kurtulabilir. Ama
sınıfları olmayan Türk toplumu devletsiz kalırsa dağılır.
Devlete verdiği bu öneme rağmen
Kemal Tahir devleti kutsallaştırmamakta, yanlış siyasetçilerin kötü yönetiminde
devletin halkına ters düşebileceğini de ifade etmektedir. Bunu tipik bir örnek
olarak, Bozkırdaki Çekirdek adlı
romanında ‘köy enstitüleri’ni
göstermektedir. Burada işlenen konu, devletin köylünün içinden rejimin
bekçileri olarak seçtiği eğitmenlerle köylüyü köyünün içinden içinde zapturapt
altında tutma girişimidir. Kemal Tahir’e göre, Türk toplumunun bünyesine
yabancı olduğu “enstitü” adından da
anlaşılan, köylünün adını doğru dürüst telaffuz
bile edemediği bu girişim, Batı’dan esinlenen baskıcı bir devlet modeli
arayışı idi. Başarısızlığa uğraması kaçınılmazdı. Nitekim arkasında acılar
bırakarak öyle de oldu.
Kemal Tahir ilk romanlarından
itibaren sürekli olarak bir fikrî gelişme halindeydi. İlk romanlarında Türk
toplumundaki yapılanmanın Batı’dakine benzer sınıfsal çelişkiler taşımadığını
gözlemlemiş, daha sonra toplumsal varlığın ve düzenin korunmasında devletin
vazgeçilmez önemini vurgulamıştı. Peki, Türkiye’nin
temel çelişkisi neydi?
Bunu en açık şekilde Devlet Ana romanında ortaya koydu.
Türkiye’nin temel çelişkisi Avrupa
idi. Bugün Avrasya diye adlandırdığımız ana kıta parçasındaki tarihi Batı-Doğu
çatışmasının en keskin görünümü Anadolu topraklarında ortaya çıkmaktaydı. Devlet
Ana, Türk toplumunda devletin koruyucu geleneğini Osmanlı Devleti’nin kuruluş
şartları içinde değerlendirirken, ana çelişkinin Avrupa’dan kaynaklandığını
ifade ediyordu.
Kemal Tahir’in de vurguladığı
gibi, Avrupa ile ilişkiler, tarih
boyunca Türkiye’nin kaderini belirleyen en önemli etken olmuştur. Selçukların ‘Bilâd-ı Rum’ dedikleri Anadolu’yu ilk
defa Haçlılar “Turchia” diye
isimlendirmişler. Avrupalılar kıtalarından söküp atmak istedikleri Osmanlı’ya,
onu oluşturan değişik etnik unsurlara aldırış etmeden, kestirmeden “Türk”
demiştir. Tarih boyunca Türk kimliği ve
kişiliği, sürekli çatışma halinde bulunduğu, kendini “Batı” olarak tanımlayan
Avrupa’ya karşı bir tepki ve alternatif olarak ortaya çıkmıştır.
Truva savaşında bu yana Avrupa
fırsat bulduğu ölçüde Asya’yı yağmalamaya, sömürmeye girişmiş, Osmanlı da gücü
yettiğince bu talanı önlemeye çalışmıştır. Kemal Tahir Devlet Ana romanında Avrupa’nın feodal soyguncularının karşısına
Osmanlının koruyucu devletini koymakta, arada kalan yerli Hıristiyan köylünün,
tercihini kana susamış soyguncudan değil, toplumsal eşitlik ve adalet sağlayan
devletten yana kullandığını olağanüstü bir anlatım ustalığı ile kalem
almaktadır.
Sicilli bir komünist olarak
bilinmesine rağmen romanlarında pek de Marksist sayılamayacak yaklaşımlarından
ötürü Kemal Tahir’e ihtiyatla yaklaşan sol aydınların yanı sıra, Devlet Ana yayınlandıktan sonra,
Türkiye’nin Batı’ya toz kondurulmasına tahammül edemeyen “entel”leri, edebiyat
tarihimizde eşi görülmemiş bir saldırı kampanyasına giriştiler. Bunlara göre
Kemal Tahir cahil, dönek, gerici,
psikopat, insanlık düşmanı ve kabiliyetsiz idi. Roman yazmasını bilmiyor,
tarihten anlamıyordu.
Bu kampanyanın bir sonucu oldu.
Sol geçmişinden ötürü o tarihe kadar Kemal Tahir’e uzak duran, hatta düşmanca
davranan gelenekçi, milliyetçi çevreler ona ilgi duymaya, hatta zaman zaman
sahiplenmeye başladılar. Ama bu sağlam ve güvenilir bir ilgi değildi. 12 Eylül
askeri rejimi sırasında, genelde bütün sol bir baskı altında iken, solun
kendisine düşman ilan ettiği Kemal Tahir’in romanı Yorgun Savaşçı’dan yapılan televizyon dizisinin Atatürk düşmanlığı
ithamı ile yakılmasına milliyetçi cenahtan karşı çıkan olmadı. Tam tersine son
derece vicdansız, “fırsat bu fırsat” diyerek kendi yandaşlarının romanlarını
devlet televizyonuna sokuşturdular.
Bugün Türkiye’de halkın ve
yöneticilerin büyük bir kısmı Avrupa Birliği’ne girme, kapitalist ekonomi
sistemi ile bütünleşerek küreselleşme hayali içindedir. Çılgın ve denetimsiz
bir tüketim sonucu, doğal dengeleri her gün daha çok tahrip olan dünyanın
gitgide yaşanılmaz hale geldiğini hiç görmek istemeden, Batı’nın insan kanı ve
canı üzerine kurulmuş zenginliğini paylaşmanın mümkün olabileceğini
sanmaktadır.
Batı’nın özellikle bilgi çağının
araçları televizyonlar, internet aracılığıyla yarattığı, bireyin sınırsız
özgürlüğe ve tüketim imkânlarına sahip olduğu varsayılan sanal dünyanın
cazibesine kapılanlar için Kemal Tahir
hiç de iç açıcı bir yazar değildir. Paranın, borsanın, faizin, dövizin,
tahvillerin temel değer haline getirildiği, Batı’nın güdümündeki holdinglerin
ve sivil toplum kuruluşlarının devletin yerini almasının beklendiği bir
dönemde, “Batı”nın karşısına “Devlet”i
koyan Kemal Tahir’in gündemde olması elbette düşünülmez.
Ama ben zenginliğe ulaşmanın can
bedelini bilmeyen Türk halkı çoğunluğunun geçici bir aldanış içinde olduğunu
düşünüyorum. Avrupa’nın zenginliğini paylaşmanın imkânsızlığını bir gün idrak
edeceğine, yeniden kendi gücü ile yaşamını sürdüreceğine inanıyorum. İşte o
zaman Kemal Tahir kendini tanımasında ona yardımcı olacak kaynakların başında
yer alacaktır. Türkiye’yi kendi görmek istediği yerde arayanlar için değil, ama
gerçek değerleri ile anlamak isteyen yabancılar için de Kemal Tahir, sabırla ve
dikkatle okunduğu takdirde, büyük bir aydınlatıcı olacaktır.
Sinema yönetmeni, yazar (Türkiye)
Devlet Baba, Devlet Ana'sını
buldu
Eleştirmen, yazar Doğan Hızlan, 4 Ocak günlü
"Hürriyet"te, Kemal Tahir'in (1910-1973) tartışmalı ve ünlü romanı
Devlet Ana'nın filme çekilmesi için, Ecevit hükümetinin yönetmen Halit Refiğ'e
öneride bulunduğunu yazdı.
Neresinden bakılırsa bakılsın, ilginç bir gelişme…
Bülent Ecevit, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunun 700. Yılı dolayısıyla, yönetmen Halit Refiğ'i Ankara'ya çağırarak, "Kemal Tahir'in Devlet Ana'sını sizin filme çekmenizi öneriyorum, kabul eder misiniz?" demiş. Halit Refiğ de elbette, "Memnuniyetle…" biçiminde yanıtlamış.
Neresinden bakılırsa bakılsın, ilginç bir gelişme…
Bülent Ecevit, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunun 700. Yılı dolayısıyla, yönetmen Halit Refiğ'i Ankara'ya çağırarak, "Kemal Tahir'in Devlet Ana'sını sizin filme çekmenizi öneriyorum, kabul eder misiniz?" demiş. Halit Refiğ de elbette, "Memnuniyetle…" biçiminde yanıtlamış.
Başbakan Ecevit'in Devlet Ana romanını çok sevdiği
belirtiliyor. Romanın filme çekilmesini istemesinin nedeni de, devletin Osmanlı
İmparatorluğu'nda yatan köklerini arama, geçmişiyle barışma düşüncesi…
Devlet Ana önemli mi?
Bilindiği gibi Bülent Ecevit, Ocak 1968 yılında Devlet Ana için özel bir sayı hazırlayan "Dost" dergisinde bir yazı yazmış ve bu romanı yere göğe sığdıramamıştı. Ecevit, "Devlet Ana, edebiyat tarihimizin de, tarih edebiyatımızın da önemli olaylarından biridir," diye yazmış o yazısında.
Devlet Ana önemli mi?
Bilindiği gibi Bülent Ecevit, Ocak 1968 yılında Devlet Ana için özel bir sayı hazırlayan "Dost" dergisinde bir yazı yazmış ve bu romanı yere göğe sığdıramamıştı. Ecevit, "Devlet Ana, edebiyat tarihimizin de, tarih edebiyatımızın da önemli olaylarından biridir," diye yazmış o yazısında.
Bunlar Devlet Ana konusunda
eskimiş, yanlışlığı tamamıyla anlaşılmış yargılar. Kemal Tahir, Devlet Ana romanında güç bir işe
kalkışmıştı belki, ama sanılanın tersine, bu güç işin altından kalkamamıştır.
Osmanlı Devleti'nin kimliğini çözümleme çabasının sonunda, aşırı abartılarla dolu bir Osmanlı kimliği çıkardı ortaya. Yalnızca
kendi öznel "Osmanlıcı" tezlerini güçlendirmiş oldu.
Kemal Tahir'in çizdiği Osmanlı
Devleti öncesi Anadolu halkının güçlü, güvenli bir devlet arayışı, düpedüz bir
yanılsamadır. Kemal Tahir burada kendi öznelliğini Anadolu insanının özlemleri
yerine geçiriyor. Bu keyfiliği doğruymuş gibi kabul ederek Anadolu gerçekliğini
çarpıtan Devlet Ana romanı, Osmanlı ulusunun doğuşu konusunda da ideolojik bir
tutum içindedir. Kemal Tahir, Devlet Ana'da kendi ideolojik tarih anlayışını
tamamıyla Osmanlıcı tezler üstünde kurarak, gerçekliğin yerine geçirmiştir.
Tarihi çözümlemek yerine, kendi tarihini yazmıştır.
Devlet Ana tarihi
çarpıtan bir romandır. Osmanlı kimliğine çok uzak düşmüştür. Anadolu
halkının isterlerini hiçe saymıştır. Irkçıdır. Sonunda, Devlet Ana ne edebiyat
tarihimiz, ne de tarih edebiyatımız için önemli değildir.
Bülent Ecevit ve günümüzün siyasal iktidarı da, kendi geçmişiyle barışmak için yanlış bir yol seçmiştir.
Kemal Tahir ne kadar büyük?
Devlet Ana filmini yönetecek olan Halit Refiğ de bilindiği gibi en inanmış "Kemal Tahirci"lerdendir. Kemal Tahir'in Shakspeare ve Tolstoy'dan bile büyük bir romancı olduğunu öne sürecek kadar ileri giden Halit Refiğ'in nesnel ve doğru bir reji yapması elbette olanaksızdır.
Bülent Ecevit ve günümüzün siyasal iktidarı da, kendi geçmişiyle barışmak için yanlış bir yol seçmiştir.
Kemal Tahir ne kadar büyük?
Devlet Ana filmini yönetecek olan Halit Refiğ de bilindiği gibi en inanmış "Kemal Tahirci"lerdendir. Kemal Tahir'in Shakspeare ve Tolstoy'dan bile büyük bir romancı olduğunu öne sürecek kadar ileri giden Halit Refiğ'in nesnel ve doğru bir reji yapması elbette olanaksızdır.
"Osmanlıcı" tarih
tezinin en köktenci (tutucu) ürünü olan Devlet Ana, hem ideolojik, hem yazınsal
düzeyde bir Kemal Tahir ütopyasıydı.
Roman sanatımızın tarihine ise, romancının istenci doğrultusunda yapılmış
karton kişileriyle ve derinliksiz, dayanıksız, tarihsel bilgiyi çarpıtmış bir
Kemal Tahir romanı olarak geçti.
Devlet baba, belki 75 yıl sonra Devlet Ana'sını bulduğunu sanıyor… ama yanılıyor…
Devlet baba, belki 75 yıl sonra Devlet Ana'sını bulduğunu sanıyor… ama yanılıyor…
(6 Ocak 2001)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder