23 Ağustos 2012 Perşembe

Beş Şehir Kitabının Makale Denemesi



SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
FEN  EDEBİYAT  FAKÜLTESİ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI  BÖLÜMÜ
 
 
 
 
 
 
 
 
 

BEŞ ŞEHİR KİTABININ

MAKALE DENEMESİ

 
 
 
 
 
 
DANIŞMAN
Doç. Dr. Cafer GARİPER
 
 
 
HAZIRLAYAN

Bahadır ALAY

0021306006
 
 

     ISPARTA – 2001



İÇİNDEKİLER

 

 

 

 
 
 
 
 
 
 
 
       


“Bir medeniyetten öbürüne geçerken yahut düpedüz yaşarken kaybolan şeylerin yanı başında zamana hükmeden gerçek saltanatlar da vardır”.[1]

 Ahmet Hamdi Tanpınar, “Beş Şehir” adlı eserinde bu cümleleriyle mimarînin zamana ve değişime yenilmeyen özeliğini okuyucularına vurgulamak istemiştir. Hangi sanat vardır ki mimarînin yerini tutabilsin. Bir resim sanatını ele aldığımızda; ancak o resmin bize göstermek istediğinin iki yüzünü görebiliriz. Mimarî sanatı ise bu yönüyle resimden uzaklaşır. Bir mimarî esere hangi yönden bakarsak bakalım başka bir yüz görürüz. Bu mimarî sanatının eser yaratmasının yanında, gerçekle ne kadar iç içe olduğunu gösterir. İstanbul şehri, fetih günlerinden bugüne geçirdiği zamanın hepsini bu mimarînin içine işlemiş gibidir. İstanbul için mimarî bir ölçüde tarihin kaydedildiği taş tabletlerden oluşmuş bir kütüphanedir.

Kendini mimarî üsluba bu derece teslim eden şehir çok azdır. İstanbul mimarîsiyle bir bütün oluşturmuştur. Fakat bu bütünlük sadece taşların hakim olduğu bir bütünlük değildir. İstanbul’u mimarî açıdan diğer güzel şehirlerden ayıran bir farklılık vardır. Bu farklılık, mimarînin doğayla ahenk oluşturmasıdır.

Bir tek İstanbul’dan bahsetmek mümkün değildir. Şehir olarak İstanbul bir tane olsa bile, mimarî açıdan birçok İstanbul vardır. Mimarî tarz ve açıdan İstanbul çeşitlilik gösteren bir şehirdir. Bir de mimarînin doğayla bütünleşmesi vardır ki bu her şehre nasip olacak bir şey değildir. İstanbul’da mimarî bu açıdan şanslıdır. Kendini tamamlayan bir doğaya sahiptir. İstanbul’un her köşesinin ayrı bir doğa güzelliğine sahip olmasından yararlanan mimarî, kendi içinde çeşitliliği, farklılığı ve güzelliği bulmuştur.

Eski ustalarımızın en büyük özelliği mimarîlerini doğayla bütünleştirmeleridir. İstanbul’da mimarî eserler bir anlamda şanslıdır. Çünkü kendilerini göstermelerinde tabiatın onlara büyük yardımı vardır. Eski ustalarımız mimarî eserlerini vücuda getirirken de, İstanbul’un bu güzelliklerinden yararlanmasını bilmişlerdir. Mimarî ile tabiatı birbirine karıştırıp tek bir güzel İstanbul haline getirmişlerdir.

“Gerçek Bizans saltanatı Fatih ile Bayezid Külliyelerinin İstanbul’un iki tepesine bir fecirden ardı ardına boşanmış güvercin sürüleri gibi yumuşak kondukları zaman yıkılır.”[2]

Osmanlı mimarîsi İstanbul’a hakim olmaya başlamıştır. Ardı ardına vücuda getirilen mimarî eserler, eski Bizans mimarîsini gölgede bırakacak güçtedir. Osmanlı mimarîsi, bin yıllık Bizans mimarîsini kısa sürede geride bırakıp, İstanbul’u bir de kendisi fethetmiştir.

Kanunî’nin tahta çıktığı devirde, İstanbul han, hamam, camii ve medreseleriyle tam bir Türk şehri hüviyetini kazanmıştır. Bize ait olan bu manzara, dehasının gelip de bu gelişmeyi son haddine ulaştırmasını beklemektedir. Beklenen deha mimar Sinan olacaktır. Sinan’ın gelmesiyle İstanbul’un mimarî gelişimi çok daha üst seviyelere ulaşmıştır. Sinan’ın getirdiği yeni teknikler ve motifler İstanbul mimarîsine ayrı bir renk katmıştır. Ardı ardına verdiği eserlerle de İstanbul mimarîsini genişletmiştir.

“Her mimarî üslubu belli başlı birkaç mesele etrafında toplânır. Sinan geldiği zaman imparatorluk mimarlığının başlıca iki meselesi vardır.”[3]

Bu meseleler kubbe ve duvar biteviyeliği idi. Sinan bunların ikisiyle de adeta oynar kubbeyi içerden mabedin üstüne mesnetleriyle alakası görülmeyecek şekilde asar. Onun kemer, sütun galeri ve pencereleriyle yaptığı terkipler varyasyonu gerçekten şaşılacak şeylerdir. Sinan mimarîye getirdiği yeniliklerle ve yaptığı mimarî eserlerle kendinden sonra gelenler için yol gösterici olmuştur. Fakat Sinan mimarîsinde o kadar çok teknik ve biçim kullanılmıştır ki kendinden sonra gelen ustalara adeta yapacak bir şey bırakmamıştır.

Sinan bir ananeyi tek başına tüketen bir sanatkârdır. Ne yazıktır ki, ondan sonra gelen sanatkârların durumları.  Çünkü Sinan mimarîmizin büyük imkânları kendi ömründe tüketmiştir. Sinan’ın çırakları araksında en şanslıları Hindistan’a gidenler olmuştur. Bu sanatkârlar, Hindistan’a gidip, değişik bir coğrafyaya karışıp, o coğrafyanın geleneklerini görüp, Sinan’dan sonra kendilerini bulmaya çalışmışlardır.

Bursa şehrimizin doğal güzellikleri arasında türbelere rastlanır. Bu türbeler mimarî açıdan gayet sade bir şekilde Bursa şehri içinde yerlerini almıştır. Türbelerimiz daha çok tahtadan sırasına göre oymalı ve zarif, bazen de düz ve basit bir sanduka, birkaç işlenmiş örtü veya düz yeşil çuhadan ibarettir. Bazı milletler de bizim türbelerimizin yerine çok daha ihtişamlı ve mimarî açıdan üst seviyeye ulaşmış yapılara sahiptir. Mısır piramitlerine baktığımızda eserin  ihtişamından kendimizi alamayız. Öyle ki Mısır piramitlerinin mimarî tarzına, bugüne kadar ulaşılmamıştır. Piramitler ve türbelerin ortak yanı aynı işlevi yerine getirmeleridir. Her ikisi de mezardır. Piramitler görünümleri itibariyle kendisine bakanları hayretler içinde bırakan bir yapıya sahiptir. Ayrıca mimarî açıdan çok üst düzeydedir. Fakat yapılma amacını hissettirmekte biraz zayıftır. Türbelerimiz ise piramitlerin tam tersine mimarî sadeliğiyle dikkat çeker. Fakat bunun yanında yapılış amacını çok iyi anlatır. O sade, sıcak görünümüyle eski Türk şehirlerinin ortasında yaşanan zamanla edebiyat arasında bir köprü oluşturur.

Emir Sultan türbesi, diğer mimarî eserler yanında cansız bir beden gibi durmaktadır. “Hiç de iyi idare edilmemiş bir aydınlık, taş döşeme ve duvarlarda ölü bir şey gibi sürünür.”  Eski Emir sultan türbesi ve mescidi Bursa’nın hayatına zaman zaman müdahale edebilen bir konumda idi. Bursa halkı bahar mevsiminde Emir Sultan’da toplânıp, erguvan bayramları yaparmış. Fakat şimdilerde Emir Sultan türbesi eski günlerinden çok uzak, yalnızlığa terk edilmiş bir şekilde yerinde durmaktadır.

Konya şehri, mimarîde en parlak dönemini Selçuklular yönetimindeyken yaşamıştır. Selçuklu hükümdarı Alâeddin Keykubat Konya şehrinin mimarî gelişiminde büyük rol oynamıştır. Kendisi mimar olan Alâeddin Keykubat vücuda getirdiği eserleriyle Konya mimarîsini renklendirmiştir. Fakat Konya mimarî tarz ve çeşitlilik yönünden İstanbul, bursa gibi şehirlerimizin çok gerisinde kalmıştır. Bu geri kalmışlığın sebepleri arasında, Koya şehrinin doğal güzellikler bakımında mimarîye yardımcı olamaması vardır. Konya şehri İstanbul, Bursa gibi şehirlerimizin doğal güzelliklerine bakıldığında biraz şanssızdır.

Konya şehrinin mimarî tarzında öne çıkan unsur binaların cephesi olmuştur. Bu mimarî tarz, yerli hayatta çok mühim yeri olan çadırı örnek almıştır. Selçuklu mimarları kitle fikri ve teferruata büyük önem vermiştir. Bununla yanında Selçuklu mimarîsi çok defa yasak olan heykelin peşinde gibidir. Vücuda getirdikleri binaların cephelerinde heykelin etkisi görülmektedir. “mektepten mektebe küçük madalyonlar, semseler, yıldızlar, kornişler, su yolları ve asıl kapı üstünde ışık ve gölge oyununu sağlayan istatistikler, iki yana fener gibi asılmış olmayı çıkıntılar, çiçek demetleri, firizler ve kondonlar, arabesk levhalar bu cephelerde bazen yazıya pek az yer bırakır, bazen de onu ancak seçebilecek bir oyun haline getirir.[4]

Erzurum şehrinin en dikkat çekici mimarî eseri Yakutiye’dir. Bu dikkat çekici özelliğini iç plânı sayesinde kazanmıştır. Doğu’nun mimarî yoksunluğu arasında Yakutiye iç plân tarzıyla görenlere, Ulu camii, beş beşikli içi ile mağrıp camilerini hatırlatır. “Dıştan onlar gibi sadedir. Erken gelişmiş bir gotik kemer, Ulu Camii’de bizi gerçekten üzerinde durulacak bir mimarlık meselesiyle karşılaştırır. Fakat bunlar, kültürümüzün o kadar uzak yerlerinden gelen eserlerdir ki onlarla hemen yanı başımızdaki hayat arasında bir münasebet bulmak imkanıdır.[5]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

        
         Tanpınar, Ahmet Hamdi
 
Mimarî
 
        
          Kanunî zamanına gelindiğinde, İstanbul tam bir Türk şehri hüviyetini kazanmıştır. Yalnız bu hüviyet Sinan’ın gelmesiyle doruk noktaya ulaşacaktır.
 
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir,
Dergah Yayınları, 15. baskı, s. 33.

 

 

 

 

 

        
          Tanpınar, Ahmet Hamdi
 
Mimarî
 
        
          Erzurum ve Doğu Anadolu’nun iç plân bakımından en dikkat çekici eseri Yakutiye’dir.
 
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir,
Dergah Yayınları, 15. baskı, s. 178.

 

 

        
         Tanpınar, Ahmet Hamdi
 
Mimarî
 
        
          Gerçek Bizans mimarîsi Fatih ve Bayezid külliyelerinin İstanbul’un iki tepesine oturdukları zaman yıkılır.
 
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir,
Dergah Yayınları, 15. baskı, s. 32.

 

 

 

 

 

        
          Tanpınar, Ahmet Hamdi
 
Mimarî
 
        
          Konya mimarîsi, en parlak döneminin Selçuklu devrinde yaşamıştır. Kendisi mimar olan Alâeddin Keykubat Konya mimarîsine büyük katkıda bulunmuştur. Ne yazık ki bu mimarî eserlerden geriye sadece harabeleri kalmıştır.
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir,
Dergah Yayınları, 15. baskı, s. 142.

 

        
         Tanpınar, Ahmet Hamdi
 
Mimarî
 
        
          Selçuklu mimarîsinin Konya’da dikkati çeken en önemli noktası binaların cephesidir. Konya mimarîsinde cephenin ön plâna çıkması, ortaçağ şehirlerinin darlığı yüzündendir.
 
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir,
Dergah Yayınları, 15. baskı, s. 143.

 

 

 

 

        
          Tanpınar, Ahmet Hamdi
 
Mimarî
 
                   Eski mimarî ustalarımızın başarılarındaki en büyük etken tabiatla işbirliği yapmalarıdır. Mimarî eserlerini doğanın büyülü atmosferi içinde meydana getiren sanatkârlarımız, mimarîlerini doğayla bütünleştirerek, eserlerin doğanın bir parçası haline getirmişlerdir.
 
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir,
Dergah Yayınları, 15. baskı, s. 178.

 

 

 

        
         Tanpınar, Ahmet Hamdi
 
Mimarî
 
        
          Kendisini, mimarînin büyülü atmosferine teslim etmekle kalmayan, aynı zamanda bu mimarîye doğanın güzellikleriyle bütünleştiren sıradışı bir şehir İstanbul.
 
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir,
Dergah Yayınları, 15. baskı, s. 30.

 

 

 

 

        
          Tanpınar, Ahmet Hamdi
 
Mimarî
 
        
          İstanbul’un başka başka yüzü, İstanbul’a hangi yönden bakılırsa o yöne özgü bir yüz görmek mümkündür.
 
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir,
Dergah Yayınları, 15. baskı, s. 30.

 

        
         Tanpınar, Ahmet Hamdi
 
Mimarî
 
        
          Öyle bir sanatkar ki, bir ananeyi tek başına tüketen, İstanbul mimarîsini doruğa ulaştıran, kendinden sonra gelecek sanatkarlara pek az şey bırakan, büyük usta Mimar Sinan.
 
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir,
Dergah Yayınları, 15. baskı, s. 36.

 

 

 

 

        
          Tanpınar, Ahmet Hamdi
 
Mimarî
 
        
          Bursa’nın her köşesini sarmış, mimarî açıdan sade anlattıkları ve hissettikleri bakımından büyük âbidelerimiz türbeler.
 
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir,
Dergah Yayınları, 15. baskı, s. 117.

 

 

        
         Tanpınar, Ahmet Hamdi
 
Mimarî
 
        
          Medeniyetlerin, zaman içerisindeki değişimi ve gelişimini yakından takip eden, milletlerin şahsiyetini, şerefini ve kültürünü içinde barındıran ve zamana yenilmeyen mimarî.
 
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir,
Dergah Yayınları, 15. baskı, s. 29.

 

 

 

 

        
          Tanpınar, Ahmet Hamdi
 
Mimarî
 
        
          Emir Sultan türbesi bakımsızlıktan ve ilgisizlikten eki günlerini aramaktadır.
 
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir,
Dergah Yayınları, 15. baskı, s. 120.

 

 

 
        
         Tanpınar, Ahmet Hamdi
 
Mimarî
 
        
          Mimarî eser belli başlı birkaç mesele etrafında şekillenir. Sinan bu birkaç meseleyle adeta oynar.
 
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir,
Dergah Yayınları, 15. baskı, s. 33.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MAKÂLE  DENEMESİNİN  PLÂNI :

1.    Ahmet Hamdi TANPINAR’ın Beş Şehir adlı eseri okunacak.

2.    Eserde mimarînin konu edildiği önemli bölümler fişlenecek.

3.    Fişlenen bölümler yazıya aktarılacak.

 

 



[1] TANPINAR Ahmet Hamdi, Beş Şehir, Dergah Yayınları, 15. Baskı, İstanbul,  s. 30.
[2] TANPINAR Ahmet Hamdi, a.g.e.,  s. 30.
[3] TANPINAR Ahmet Hamdi, a.g.e.,  s. 32.
[4] TANPINAR Ahmet Hamdi, a.g.e.,  s. 143.
[5] TANPINAR Ahmet Hamdi, a.g.e.,  s. 178.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder